Monday, February 24, 2020

Robotumsu İnsanlı Romantiklimsi ama çok da Romantik Olmayan Japon Dizileri Üzerine

Sonsuz muyuz?
Sonsuzluk var mı?
Varlığımızın sınırıyla bizim sınırlarımız aynı mı?
Ya kendi kişisel sonsuzluğumuz? Duygular ve hatıralarla bunu sağlayabiliyor muyuz?
Yapıp dünyaya bıraktıklarımızla? Yazdıklarımızla? Çocuklarımızla?
DNA parçalarımızın bi şekilde vücudun ölümünden sonra da Dünya'da var oluyor olmasıyla?

DNA'dan kaçabilir miyiz? Nereye kadar? Kaçmakla sonuca ulaşılır mı? Savaşmanın yarısı hani kaçmaktı? Neyden? Kendimizden? Sonsuzluktan kaçamazsak... Ölümden değil sonsuzluktan kaçamamaktan dahaçok korkuyorum bazen. Sonsuzluk ya mükemmel değilse, neyi biliyoruz ki? Hiçbir şey bilmediğimizden başka? Öyleyse Dünya'da mükemmel diye bir şey olamaz. Yine de onun peşinden koşuyoruz, olmayan bişeyin. O yüzden mükemmelin peşinden koşanlar asla tatmin olamıyor. Her yeni gün, her yeni icat, her şey daha iyisinin olabileceğini gösterirken, mükemmel o gün içinde asla ulaşılamayacak bi hedeften başka ne olabilir?

Mükemmele ulaşmaya çalışmayı bırakmak, gökkuşağının altındaki altınları yakalayabileceğin umudundan vaz geçmek gibi olduğu için mi çok zor?

Kendini bilmek... Biliyor musun cidden? Ben büyüdükçe kendimi daha da bilmiyorum. Kendini bilmez! Tanımakla bilmek aynı mı?

Duygular ve beyin, hormonlar ve nöronlar mı her şey? Nasıl karar veriyoruz? Neye göre? Dünki ben kim? Yine ben miyim? Hayır bugünkü benle dünki insan aynı kişi değil, aynı şeyleri bilmiyor, aynı şekilde hissetmiyor, yaşlanıyor... O zaman niye pişmanım? Niye kendime yükleniyorum? Bugün elimde olan bilgi dün yoktu ki... Bilsem böyle olmazdı. Bilsem yapar mıydım hiç?

Her şeyi bilemezsin.
Ama bilmemek beni huzursuz ediyor.
Huzursuzluk hissi ile mutluluk hissi bir arada olabilir mi?

Aşk ve sevgi aynı şey mi?

Bir anime, manga karakterine, idole ya da bir makineye sevgiyle bağlanmamızla ve bu bağlılığın bizi evriltmesiyle; aşk ve aşkın insan üzerindeki etkileri arasında ne fark var? Nereye kadarı utanılacak bi his? Ne kadarını kendimize saklamak gerekiyor. Türkçe de sevmek bir eylemken aşk bir isim. İngilizce de hepsi love. Hepsi eylem. Hep yaptıkça/ eyledikçe öğreniliyor demekki o dilde.
Dille mi düşünüyoruz? Sahip olduğumuz tüm kelimelerin bizde oluşturduğu imgelerle mi? Neden herkes sesli düşünmüyor? Neden insanların kafasının içi benimki kadar gürültülü değil? Genlerimin hediyesi mi yoksa laneti mi?

Evren Big Bang'de toz bulutu haline geldi, sonra oraya buraya ateş parçaları saçıldı. Bunlardan biri soğumaya başladı derken Dünya oluştu. EEE? Evren durmadı. Zaman gibi. Genişlemeye devam ediyor. Maddeler birbirinden farkında olmadan uzaklaşıyor.
İnsanların kalbi de ondan belki... Magma da söner mi? Toplum olmak artık daha zor. Yavaş yavaş birbirimizden uzaklaşıp söneceğiz. Güneşin fişini çeksek de Dünya bize yeter mi?

Bizi dünyaya bağlayan aslında yer çekimi mi? Uçuyoruz yine kamikaze. Dünya'ya hani kendini sevdiğin, o deride rahat olduğun kadar bağlıydın? Pamuk ipliğin kırmızı mı mavi mi? Gucci olsa da pamuk ipliği, aynı fabrika Armaniye de üretim yapıyor. Pamuk hep aynı pamuk, değerini insan işleyip biçiyor. Ne kadar kalın olabilir ki? Naylon olsa daha mı sağlam olurdu?

Dün ölmek istiyordun, bugün ölümün pençelerinden seni kurtarsınlar diye doktorların gözünün içine bakıyorsun. Sen hep ilgi bekliyorsun. Yalan söylüyorsun. Dünyayı ne kadar seviyorsun? Ne kadar sevilmek istiyorsun?

Ne seviyorsun? Neden? Cevabı var mı? Neden bazı şeyler hiç ama hiç ilgini çekmiyor, bazıları uykunu kaçırırken?

O zaman makinalaşsak mı Nazım Usta'nın dediği gibi?
Trrrrrum Trrrrrum ? Daha mı az acır makinelerin canısı?

Robot diyince kafamda deli sorular, kolayca sevemiyorum.
Robotlar Dünyayı istila mı edecek sahiplenecek mi? Bizi evlatlık alıp bakacaklar mı? Artık onlarsız hayat çok zor. Bu işin ucunu bakıpta göremiyorum. Makinelerle barış imzalama programı yaptık mı?


Kemal Sunal ve Fatma Girik'ten yıllar önce izlediğimiz baş yapıtlardan Japon İşi, 1987 yılında bir robotla yaşanan aşkı konu alıyor. Yıllar öncesinden beri robotlar insan hayatının temel taşlarından olan konularda etki gösterecek dendiğinde hep bi Japon parmağı akla gelmiş.

Japonlar da bu işin bir sürü dizi filmini yaptılar, bazlarından diğer Japon dizisi konulu yazılarımda bahsettim. Ardı arkası da kesilmez bu saatten sonra robotlu dizilerin.

Paralel evreni ne kadar anlıyorsak robotları da o kadar kestirebiliriz herhalde. Fen bilimlerine kafam daha çok bassın isterdim ama olmuyor. Anlayabilsem kafamda bu kadar soru olmazdı, olmayınca da ben bugünki ben olmazdım. Belki DNA= kaderdir mi?

Yaşadıkça, her gün daha çok cevabını hemen bilip anlayamadığım soruyla karşılaşıyorum. Hepimizin Dünyayla ve kafasındaki sorularla başa çıkma yöntemi farklı ve bu konuda kimsenin kimseye akıl vermesi de çok anlamlı olmuyor. Herkesin kendi hayatı sonuçta. Biz neyi ne kadar bilip söyleyebiliriz? Ama gördükçe paylaşma isteği geliyor bana. Ben böyle yaptım olmadı, boşuna zaman harcamayın gidin başka bişey deneyin, çünkü denemenin sonu yokken aynı yanlışları yapıp durmak topluma pek bişey kazandırmıyor. O yoldan geçen kişiye kazandırıyor tabi, deneyim.

Mehmet Akif Ersoy'un çok sevdiğim lafıdır; hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi? diyor "tarih" için. Başkalarının hatalarına hiç bir zaman kendi hatamız gibi bakamadığımız için, onlara başarılar kadar sahip çıkmadığımız için cezalandırılıyoruz belki de. O zaman bu, yaratan hataları bize kötülük yapmak için yaratmadı demek. Biz öyle algıladığımız sürece daha çok hata yaparak, zaman kaybederek, vizyonumuzun bedelini ödüyoruz. Belki de sadece yaşam matematik ya da analitik olmadığı için. Karşımıza gelen hiç bir zaman 2+2 olmadığı için.
Mantığı olmadığı için ya da bizim mantığımıza uymadığı için.

Tüm bu düşünceler izlediğim bir kaç Japon dizisi ve filmi üzerine beynime hücum etti. Zaten sürekli sorgulayan bi kafadayım. Biraz septik takılıyorum bu ara. Japonlar da çok değişik adamlar.
Bizden farklı olan her şeyi anlamaya çalışıp bişeyler öğrenmenin yolu gibi onları anlamanın yolu da kabullenmekten geçiyordur herhalde.
Kore'de yaşadığım süreçte kabullenmekte zorlandığım çok fazla şey yaşadım. Kabullenmenin önemini bilmeme rağmen bu öyle kolay olmuyor.

Evet Kore'deki yüksek lisans yükünden kurtulmamın ardından dizi izlemeye sonunda zaman ayırabiliyorum. İşte aralarından en beğendiklerim!

Your Home is My Business / İe Uru Onna 1-2



Insanları önyargısızca kabullenmenin en güzel örneklerinden birini Your Home is My Business isimli dizi de görebilirsiniz. Robotlu dizi değil ama başrol oyuncusu robot gibi denilebilecek bir kadın. Değerleri sorgulamak yerine, ev satabilmek için karşısındakini ve ihtiyaçlarını anlayıp en uygun yeri onlara bulabiliyor. Emlak piyasasında zamanla insanların saygı duyduğu bir lidere dönüşüyor. İki sezonunu da çok severek izledim. İnsanları bakıp anlamaya çalışırken kendi duygularımı  ne kadar ortaya karıştırdığımı ve bu yüzden kaş yapayım derken göz çıkardığımı fark ettim.

Robotlar hisleri anlayamaz belki ama psikolojiyi anlamadan da bilebilirler, analiz edebilirler ilerde. Ama o zaman robotumsu insanlarla robotlar arasında ne fark olur onu görmeyi isterim.



Flowers for Algernon 



Bu diziyi izleyeli yıllar oluyor belki ama hala arada etkisini hatırladığım parçalardan. Ünlü bir kitabın, aynı isimle Japon dizisi olarak kan bulmuş hali. Güzel de bir uyarlama olmuş.
Denek fareleri ve engelli insanların aşırı zekileşmeleri ama robotlaşmamaları üzerineydi desem pek yeterli olmaz belki ama izlenmesini öneriyorum. Hem duygusal hem çok zeki olunur mu? Zeka insanları makineleştiren bişey mi? Zekayı gereğinden fazla mı önemsiyoruz? Birini sadece zekasına göre değerlendirmek ne kadar doğru? Hisleri alsak insandan geriye robot mu kalır gibi soruları aklıma getirdi. İzlerken baya duygusallaştığımı hatırlıyorum.




Step Mom and Daughter Blues 



Ne desem spoiler olabilecek kapasitede bir dizi yapmışlar. Geçenlerde bi özel bölüm yayınladılar, anılarım tazelenmiş oldu.


Annesini kaybetmiş kızına anne arayan bir baba, uygun bulduğu anne adayına evlenme teklifi eder ve evlenirler. Lakin bu anne bildiğimiz annelerden değildir. Tam bir iş kadınıdır, nerden bakılsa klasik aile yaşantısına alışık olmadığı ortadır. Tek bildiği işidir. Küçük kızımızla ilişkilerini de müşterileriyle olan profesyonel ilişkileri aratmayacak şekilde ele alır. Hep örnek bir anne ve örnek bir insan olmak için ortaya koyduğu çaba analitik yetenekleriyle birleşince, önce robot gibi görünen bu karakterin aslında ne kadar düşünceli olduğunu anlarız. Kızımızınsa bu anneyi kabullenmesi uzun zaman alacaktır. Lakin bir kere yakınlaştıktan sonra birbirlerinin en yakın dayanağı haline gelip hastalıkta sağlıkta hep birlikte zorluklara göğüs gereceklerdir. Bu kadın dizilerindeki genel anne karakterilerinden çok daha fresh bi karakter, duygularından çok mantığıyla hareket eden, robot gibimsi bu kadının derinliklerini görmek benim çok hoşuma gitmişti. Arada ağladım ama adı kadar efkarlı bir dizi değil. İnsanların mantığı ya da duygusal yönünün öne çıkıyor olması o insanın öne çıkmayan özelliğinin zayıf ya da sorunlu olduğu anlamına gelmez, sadece o özellik daha gelişmiştir. Kan bağının etkisi sandığımız bir çok şey aslında yakın insan ilişkilerinin çoğunda olabilir, yeterki birini ailemiz kadar sevelim.


İkinci yarıda Sato Takeru bebişimin etkisi ile daha canlı bölümler sizleri bekliyor olacak ^^


Never Let Me Go

Diğerlerinden biraz daha dark, ama yine insan hayatının değerini sorgulatan bir dizi. Kazuo Ishigori'nin aynı isimdeki bir romandan uyarlama. İnsan organ yetiştirmek için kullanılabilecek bir varlık mı? Ya da organ büyütünce görevi bitecek bir robot mu? Bunu izleyeli çok uzun zaman oldu ama Haruka Ayase'nin üvey anneli dizisini yazarken bitter memoriler aklıma gelip durdu.

 Bir insan bu kadar farklı rolleri bu kadar güzel nasıl hislendirebilir? Oyunculuk gerçekten saygı duyulası bir iş. Aynı kişiyi farklı rollerde izlediğimde hakikaten farklı bir insan gibi geldiğinde diyorum ki bu çok iyi bi aktör. Bana duygu geçti sonuçta. Sato Takeru dizi filmlerini de hüp diye içime çekmemin belki de ne büyük nedeni bu yeteneği :)


Q10

O kadar Sato Takeru diyip de onun başrolde olduğu bu robot dizisinden bahsetmeden bitirmek olmazdı. Teen science-fiction olarak geçen bu dizi robotların duyguları algılama yeteneğini ve sosyal varlıklar gibi davranma yetilerini sorgulatıyor. Dizi 2010 yılına ait olduğu için alan alacağı kadar spoiler almıştır diyerek -spoiler alert-
 Gelecekteki karısının ölmek üzereyken, ölmek üzere olduğunu düşündüğü kocasının lise dönemini görmeyi isteyip, geçmişe yani 2010 yılına kendisine benzeyen bir robot göndererek robotun kamerasından kocasının gençliğini deneyimlemesi anlatılıyor. Robotumuz da o kadar sosyal ve duyarlı ki sınıftaki herkesin hayatına dokunuyor, kalbini çalıyor. Sato cuğumuzda en son karısından önce aşık olduğu robotun yerine tabiki gerçek insan olan karısının gençliği ile tanışınca; finalde robotla insan evlenebilir mi, ailesi ne tepki verecek, çocukları olacak mı, gelecekten gelen robot günümüz teknolojisini alt üst edip denek olmaktan kaçıp yuva kurabilecek mi gibi soruları cevaplandırmaya gerek kalmıyor. Sonunda illa yine insana aşık ettiler yani - spoiler bitti-
Genel olarak değişik türde öğrencinin hayata bakış açısını da etkileyen robotumuz, duygusal olmasalarda duyguları öğrenebileceklerini ve taklit edebileceklerini düşündürdü. Lakin bu nereye kadar gider? gerçek bir romantik ilişkiden beklenleri gerçekten karşılar mı bilinmez. Yinede robotumuzu sevelim de dünyayı istila etmesinler.







Yazmayalı o kadar zaman olduki bu postu yazmak yaklaşık 4 buçuk saatimi aldı. Hem de daha dönüp düzenlemedim. Dizilerin bir kısmını önceden izlediimden ayrıntılar da aklımda kalmamış. oops :( Böylece yayınlıyorum. Eskisi gibi eğlenceli yazamıyorum gibi geldi ama tekrar kendimi kasmadan yazmaya başlarsam yine bir yerden neşelendirecek birşey bulabilirim diye düşündüm. Q10 izledikten hemen sonra hislerimi yazmayı çok istemiştim. Mantıken tuhaf gelen şeyler mutlaka var ama bir şeyi sevmek çok da zor değil o yüzden sizi hayata bağlayan sevdiğiniz bişey varsa sıkı sıkı tutun, onla birlikte büyüyün ama bunun Dünyaya zarar vermememesi lazım. Bi de ne olur ne olmaz elinize kolunuza bile bağlanmayın, Can Yücel'in sözleri kulağınızda olsun ;)

Metafor-mik oldum kkkkk

Kendinize iyi bakın!






Tuesday, November 12, 2019

Yurtdışı Burs Başvurularında İngilizce Niyet Mektubu Yazarken En Temel Dikkat Edilmesi Gereken Kurallar- Burs 101

Merhaba arkadaşlar!


Kendimce yurtdışında bir kaç okula başvurup kabul almış, yazdığım study&future plan'ler çeşitli jürilerden geçmiş ve hukukçuların alması için ortada pek çok dezavantaj bulunduğu halde Kore Bursunu almış birisi olarak sizlere yurtdışı üniversite başvurularına yönelik İngilizce belge hazırlama konususunda bir kaç temel ve uygulaması basit önerim olacak.

Geçen çok değerli arkadaşlarımla kakaodan 2 saat Kore'deki okulların admission süreçlerini çekiştirirken, KGSP'nin eskiden herkese açık olan listeleri yüzünden başıma gelenleri de tekrar hatırlamış oldum.

Tüm bilgilerim açıkça yayınlandığından, kişisel bilgilerimi bulup, iyiniyetle süreçle ilgili bilgi almak isteyenler olduğu kadar, sen kimsin ben senden daha iyiydim de elendim, diye çıkışanlar da olmadı değil. Bir kısmıyla karşılıklı başvuru belgelerimizi birbirimize yollamamızın ardından olay çözüldü. Başarılarınız kadar başarılarınızı nasıl tasvir ettiğiniz ve belgeleri hazırladığınız dilin dil bilgisine ne kadar hakim olduğunuzu göstermeniz de önemli! Gerçi şimdi olsam hiç sallamam, kimseye laf anlatmaya çalışmam da o zaman, ben bunu hak etmek için ne emekler verdim Uleyn!! modunda bir yorgun savaşçıydım.

Neyse ordan bir kaç kişinin CVsine bakınca hemen gözüme çarpan hatta batan ama basitçe düzeltilebilecek noktalar vardı. Sonra tabi YÖK bursu, okulların kendi bursu, sonraki senelerin KGSP bursları vs. için, kendi arkadaş çevremden de arada proofreading için gönderenler oluyordu. Dahası, Kore'de staj yaptığım hukuk enstitüsünün çıkardığı İngilizce yayınları, seminer için hazırlanan konuşmaları, konuşmacılarını CV'lerini de sayarsak binlerce sayfa İngilizce proofreading yaptığım  için çeşit çeşit yazıları elden geçirme şansım oldu. English Mediated Instruction sertifikası alırken de üstüne basa basa bunlara dikkat edin denen şeyler oldu.

Tabi yine de bu benim işim değil ve asla editörmüşçesine  iddialı değilim ama bu kadar görmüş geçirmişliğin ardından artık bana 'buna bi bakar mısın?' diye gönderilen şeylerdeki ortak hatalı noktaları tekrar tekrar gördükçe tek tek uyarmaktan sıkılmaya başladım.



İnternette bu konuda başka nasıl yazılar var hiç araştırmadım. Sadece kendi görüşüme göre yazıyorum.

Bu gidişe bir dur demek için işte size niyet mektubu yazımında esas olarak, İngilizcesi orta/ iyi herkesin dikkate alması gerektiğini düşündüğüm 4 temel nokta;





1. ''I'm, I don't, I've, I can't...'' gibi kısaltmalar kullanarak self introduction ve/veya study plan yazılmamalı!

Bunu ielts veya toefl'dan fena notlar almamış arkadaşlar bile yapabiliyor ve nedenini anlamadım, bilen yazsın. Çünkü temel İngilizce öğrenmiş ya da kendince çabalayıp öğrenmiş biri tamam da, akademik çalışan veya dil sınavı hazırlık sürecinde kursa gitmiş birine bu kısaltmaların resmiyeti bozduğu söylenmiş olmamalı mıydı, diye düşünmeden edemiyorum. Yani tabiki söylense bile hata yapabiliriz ama dikkat edelim diye vurgulamak istedim. Konuşma dilinde kullanımında ise bir sıkıntı yok ;)

Akademik bir programa başvuruyorsanız, ya da yazınız en azından özenilmiş ve daha resmimsi dursun isterseniz öncelikle yazınızda kısaltma kullanmayın derim. Uygunsuz kısaltmalar benim direk gözüme gözüme giriyorsa, anadili İngilizce olan veya her gün bu tür dökümanın yüzlercesini okuyan biri ne düşünür siz düşünün.


2. ''an experience, two apple(s), many certificate(s)...'' çoğul eklerine dikkat!


Çoğul şeylere gelen (s) takısı, bizim dilimizde olmadığı için gözümüzden rahatlıkla kaçabiliyor. İşte tam da bu yüzden, yazdıktan sonra bir kere başka bir arkadaşınıza okutmaktan çekinmeyin. Çünkü bir- iki tanesi görmezden gelinebilse bile sık tekrarlayan çoğul takı yanlışları dil bilgisine hakimiyetiniz zayıf olduğu algısı veriyor. Güzelim yazınız bir ''s'' takısına doğallığını ve akışkanlığını kaybetmesin.

3. ''Many, much, a lot, a few, person- people, criterion-criteria...'' çokluk ifadelerine ve tekil/çoğul kelimelere dikkat!

Many, much, a lot, a few vs. sayılabilir-sayılamayan çokluk kelimelerinin ve kendiliğinden tekillik veya çoğulluk belirten ''criterion-criteria, man-men,mouse-mice'' gibi kelimelerin doğru kullanımı İngilizceyi doğal ve özenli kullanmaya çalıştığınızı gösterecektir.





4. Kullanımını tam bilmediğiniz ama havalı duracağını düşündüğünüz kelimelerin fiil mi, isim mi, sıfat mı olduğuna bakın!



Zor kelime kullanıyım da havalı olsun diye sözlükten, theasarus'tan falan kelime bulup ilk kez kullanayım derken aslında çok tuhaf cümleler yazabiliyorum. Buna bulduğum çözümlerden birincisi kelimenin fiil, isim, sıfat gibi farklı halleri varsa, o kullanılışlarına bakıp doğruluğunu kestirmeye çalışmak. İkincisi, başka  bi göze iğreti gelip gelmediğini sormak, ya da üçüncüsü tureng'deki youglish videolarına tıklayıp kelimenin geçtiği context'i anlamaya çalışmak.

Üçüncü yöntem çok yararlı oluyor, farklı konularda, genelde resmimsi sayılabilecek kullanılışını görebiliyorsunuz.






Bu verdiğim 4 temel noktaya dikkat edersek, sırf bakar bakmaz göze görünen sebeplerden belgemiz elenmemiş olur inşallah. Düşünün, burs için yüzlerce evrağı inceleyen kişi acaba ne kadarını tam olarak okuyor? Kişinin sponsoru varsa ya da burssuz olarak başvuruyorsa, içeriği iyi olduğu takdirde bu noktalar sorun olmayabiliyor. Bu yazdığım hataların hepsini yapıp yine de Dünya'nın top 10'indeki üniversitelerine giren arkadaşlarım var. Çünkü içine koydukları farklı başarıların, ilgi çeken farklı hikayeleri var. Ama işin içine burs girdiğinde, daha titiz eleme yapılıyor ve başvuru sayısı ne kadar çoksa, sizin belgenizin içeriğine girip hepsini okumaları  kadar zor oluyor.

Hadi kolay gelsin! Hep birlikte daha iyi akademik eserler yazıp ülke olarak uluslararası alanda değerimizi yükseltmek dileğiyle...




Tuesday, October 15, 2019

Disqus Yorum Özrüm



Merhaba arkadaşlar,

Bloğa uzun süre sonra girip şöyle bir baktım ki... Ne göreyim?! Bunca zamandır yazılarıma gelen bir sürü yorumu görmüyormuşum. Dolayısıyla tüm bu yorumlar cevapsız kalmış.
Yorum yapmak için yıllar yıllar önce ayarlarını yapıp bıraktığım disqus uygulamasının gadget kodlarında oluşan bir sıkıntı nedeniyle bir süredir blogda yorum kısmını komple göremiyordum. Eski yorumlara da artık ulaşılamıyor.

Bu sorunu çok şükür çözdüm ancak şimdiye kadar bildirimi gelmeyen/ görmediğim yorumlara dönüş yapamadığım için sizlerden anlayış bekliyorum.

İyi günler dilerim,


Merve :)

Monday, October 14, 2019

Sulli, Jonghyun, Hatıralarımdaki Kore, Hislendim

Uzunca bir aranın ardından yeniden merhabalar.

Bu uzun aranın uzunluğunda yazmayla ilgili kendi içimde yaşadığım çeşitli çekişmeler ve depresyonla sonuçlanan mükemmeliyet krizlerimin getirdiği zaman kaybının etkisi büyük.

Lakin,

Bugün umutsuzca yazmaya, yazıya, sığınmayı istediğim bir üzücü haber aldım, aldık...
Sulli'nin intihar haberi ile bir kez daha tüylerimiz diken diken oldu. 

https://www.instagram.com/p/B2MG92Wh5Ev/?utm_source=ig_web_options_share_sheet

Hiçbir şeyden haberim yok... Seoul Socho-gu'da yapılan polisle ilgili eylemin derinliklerine ineyim derken önceki gece Japonya'yı vuran yüzyılın tayfunu videolarını izleyip ağlamaktan tamamlayamadığım ama artık yetiştirmem gereken çeviri işim üzerinde çalışırken kardeşim yanaştı.





''Ablaa, az önce bi haber gördüm... yine içim bi tuhaf oldu...Sulli'de Jonghyun gibi...''

İşi gücü bırakıp haberleri taradım. Türkçe, İngilizce, Çince, Korece... Allkpop'ta 'Sulli' etiketi ile bu olay öncesi çıkan haberleri taradım. Gecenin bi saati olmuş. Sonrası duygular şelale...

Lise yıllarında benim favori grubumdu SHINee. Tam K-pop'la yeni tanışıyorken elime doğmuş gibilerdi mi desem yoksa birlikte büyüdük mü? Onların çalışkanlıkları beni az gaza getirmedi... Onların şarkıylarıyla az toparlamadım. F(x) çıkış yaptığında ilgi SHINee'den onlara kaymıştı. Müziklerini seviyordum ama F(x)'e de EXO'ya da aynı sebepten hiç ısınamadım. Üyelerini tek tek bilip programlarını çevrilmesini beklemeden izlemeye çalıştığım başka hiçbir grup olmadı. Zaten liseden sonra kpop'a ilgim baya azalmıştı. O eski şarkılar ve Kpop ortamı kalmamaya başladı gibi gelmişti ki.... şu anki durumla kıyaslamak istemiyorum bile. Şu ara sevdiğim Kpop şarkısı olursa dinlerim yoksa kim kimdir, ne zaman hangi şirketten çıkış yapmıştır hiç bilmem, o kadar çok grup var ki hangi birini takip edeyim? Ha bazı arkadaşlarım sıkı hayranıysa veya o grupla bi iş yapmışsa ister istemez öğreniyorum o ayrı. Çünkü arkadaş için çiğ tavuk. 

Neyse efenim. IU'nun Jonghyun'dan çok beğenerek dil döke döke haklarını satın aldığı o ünlü şarkıyı bilirsiniz ''Gloomy Clock.'' Bu şarkı bana az teselli olmadı. Norebang'a gidip üst üste defalarca ağlaya ağlaya, çirkin çirkin söyleyip sonra kendime çeki düzen vererek çıkmışlığım çoktur. Depresyondayki bir insanın hisleri ancak bu kadar güzel tasvir edilebilirdi. Ama eminim bu anca taşan kısmı. Kim bilir kabın kendisi ne kadar duygu yüklüydü... 

Ünlü kişilik tipi testi MBTI'yi bilir misiniz? Hani 'N' tip intuitive insanlar var ya, daha çok artistik yeteneklilerin o grupta olduğu ya da dünyayı 5 duyu organından fazlasıyla algılayanların diyelim. 
Dünyayı bu şekilde algıladığınızda hissettiklerinizi 5 duyu organıyla anlatabilmeniz sizce ne kadar mümkün? Bence çok zor. O orda var olan bir algı, bir his, sizin için gün gibi ama varlığını anlatamıyorsunuz. Bu bile başlı başına ne kadar iç şişirici. O yüzden diyorum anca dışarı taşan kısmı olabilir bu hisli sözler...

Bu şarkıdan sonra IU'nun bendeki yeri çok daha yüksek mertebelere taşındı. Böyle çok olgun, çok anlayışlı ve yaşına göre çok derin bi insan gibi hissetmeye başladım. 

Sonra da Red Queen şarkısı... Hafızam yanıltmıyorsa 2014'te kendinden yaşça büyük bir  erkek arkadaşı olduğu duyrulan Sulli gruptan ayrılmaya neredeyse zorlandı. İdoller için aşık olmak bile yasaktı. Oyunculuk kariyeri vs denilerek gruptan ayrılıp uzun süren nefret yorumlarıyla mücadele etmek zorunda olan arkadaşını anlayışı, destek oluşu ve de düşünceli duruşu ile IU bir kez daha IU'luğunu yaptı. Jonghyun'un da ilk dating scandalının ardından ( Ki biriyle çıkmak neden skandal olarak haber yapılıyor hala sorgularım) 90 derece eğilip ağlaya ağlaya günler gözümde canladı. Lisedeydim, zavallıya neden o kadar yüklenildiğini anlayamamıştım. Şimdi teknoloji daha çok farklı yollarla da sanatçıları kötü yorumlara ve karalamalara expose ediyor.






Yine IU'nun son dizisinde birlikte bi kaç episodeları vardı. 
Anlayacağınız benim Sulli ile bağım IU üzerindendi. Direk büyük hayranı değildim. Ona rağmen çok fazla duygu yüklendim. Kafam binbir ihtimalle doldu...

YG'nin skandalları çıkıyor ama SM diğer şirketlere göre hala baya kapalı bir kutu. Küçük yaşta eğitilmeye başlanıp Sulli gibi 14-15 yaşındayken çıkış yaptırılan bu çocuklar erken yaşta, psikolojik gelişimlerini ve belki kendilerini gerçekleştiremeyecek şekilde yaşatılmaya başlıyorlar. Aileleriyle görüşmeleri, yemek yemeleri, tüm sosyal hayatları ajanslar tarafından kontrol edilmeye başlıyor. Robot gibi çalıştırılıyorlar. Çeşitli duygu dehlizlerine kapatıldıklarında da bir robot gibi yollarını bulsunlar isteniyor. Sadece eğlence alanında çalışanlar için değil, maalesef Kore'de pek çok alanda robotçasına yaşamayı kanıksıyor insanlar. İnsani tepki verdiklerinde kabullenilmiyorlar. Tabiki onca kötü yorumu okuyan robotun incinecek hisleri yok. İnsanım incindim diyince de anlayan pek yok. (Ha en son Japonya'da konuştuğum teknoloji ithalatçısı bi amcanın söylediğine göre olsun diye çok uğraşıyorlarmış o ayrı. O zamana robot tabirinin kapsamı değişirse beni aydınlatın.) Neden mi yok diyorum, bakın OECD intihar oranı en yüksek ülker listesinde en tepede tanıdık bir isim var.
Üniversite sınavında istediği puanı alamayan ya da sınava çalışma sürercinde intihar eden çocukların sayısına bakın... Kore'de Seongbukgu belediyesinin okulumuzda yaptığı intiharı önleme seminerlerine katılıp düzenli olarak etkinliklere çağrılan biri olarak diyebilirim ki durum ciddi. Hatta seminerlerden birinde bizi konuştular. Bu ülke ani ekonomik krizler, darbe girişimleri ile çalkalanıyor ama intihar oranı çok daha düşük diye bizi hem överek hem yererek örnek verdiler.
Bence bunun en önemli sebebi bence halkımızın çok insancıl oluşu, bir diğeri dini inanç. Yoksa son yıllarda ülkemizde psikoloji bırakmayan çok fazla şey yaşanıyor.

Ben yine dağıttım, toplayalım.


YG skandallarının ardından idol olmak için emek verip çıkış yapamayan pek çok kıza neler olduğunu üstü kapalı da olsa tahmin edebilecek hale geldik. Bu sektörden genel olarak yenilen ekmek, ülke kültürünün tanıtılması ve ülke ekonomisine katkısı ortada iken kimsenin bu sektörün kirli çamaşırlarını tamamen ortaya çıkarmak isteyeceğini düşünmüyorum. Tabiki içinde olan herkesin bildiği ama dışarıya ancak dedikodu ya da söylenti olarak çıkarak halk arasında bu haberlerin bir kısmı ufak da olsa yankı buluyordur. Lakin ciddi anlamda bizlerin işin iç yüzünü bilmesi zordur diye düşünüyorum. Ancak tahmin ediyoruz. O da hayal gücümüzün götürdüğü yere kadar. Elimizde elle tutulur bişey yok ve açıkçası ben mesela kendim adına, herkese ve her şeye rağmen peşine düşüp hem bir çok düşman edinip hem milyonlarca insanın pembe hayallerini baltalayabilecek psikolojide olduğumu  düşünmüyorum. Böyle yollara girenler de bişekilde susturuluyordur diye düşünüyorum.

Bu olayla akla gelen sektörün bir diğer kirli yüzü ise sasaeng fanlar ve çılgın antiler. Sulli etiketli geçmiş haberleri aratırken, bi instagram live videosu ile karşılaştım. Kız hoşlanmadığını ve istemediğini belli etmesine rağmen 'hayran' olduğunu iddia eden kişi uygunsuz tavırlarına devam ederek kızın iradesini hiçe sayıyor ve onu korkutmaya başlıyor. 
Kimse kimseyle istemediği bir şeyi yapmaya zorlanamaz. 
Bu bir ünlü için karşılaşıldığında fotoğraf çekilme isteği gibi bir istek bile olsa. 





Bir takım tehlikeli fanlar, ünlüleri sevdiklerini söylerken onların iradelerini ve isteklerini hiçe sayarak sınırları aşıyor, bazen tehlikeli takıntılarıyla geri dönülmez psikolojik yaralar açıyorlar. 

Antilere gelince, sadece sevmeyenlere lafımız yok. Öte yandan, insanı uçuruma götüren yorumlar yapanlara üç beş bişey de ben desem sorun olmaz herhalde. Her şeye olumsuz ve rencide edici yorum yapabilecek kapasitede olan bu kişilerin çoğu sadece klavye başında asıp kesebilen, hayatta kendini başka türlü tatmin edebilecek uğraşı olmayan insanlardır. Beğenmedim diyip geçmezler, senin yaşamaya hakkın yok git kendini en yakın köprüden at şeklinde ve tabiki çok daha harap edici yorumlarla psikolojik olarak sanatçıyı ruhi bunalımlara sokarak yıkma teknikleri uygularlar.

Sulli'nin hangi hislerle gözlerini yumduğunu ya da yumdurulduğunu bilmiyoruz. Ama kpop dünyasında 'idol' diye gözümüzde büyüttüğümüz insanlar da, diğer sevdiğimzi ünlüler de bizim gibi insan. İnsanız ve türlü türlüyüz. Türlü türlü hislerimiz, anılarımız, düşlerimiz var.

Siz haberleri duyunca nasıl hissettiniz? Hangi anılarınızı gözünüz önüne getirdiniz?

If interested in economical status of Korean entertainment industry on investkorea with kotra reports please click here.

Tuesday, January 16, 2018

KORE'DE YÜKSEK LİSANS YAPMAK VE BURSLAR ÜZERİNE - Pt 1 Roommate Edition

Herkese Merhabalar!

Kore'de yüksek lisansa geldim derken ilk dönemin çoktan bitmiş bile.

Sıklıkla burada okumakla ilgili sorular alıyorum. Ama tek tek cevaplamak son zamanlarda benim için çok zorlaştı. Özellikle KGSP başvurularının yaklaşmasıyla artan sorulara ayıracak zamanım kalmamaya başladı. O yüzden tek tek yazmak yerine buraya yazayım ihtiyacı olan okusun istedim.

Ben lafımı ortaya koyarım beğenen alır beğenmeyen almaz kkkk :D

Çevremdeki yabancı öğrencilerin deneyimlerinden belki kendinize de pay çıkarırsınız dediğim hikayelerden oluşan, kenarda dursun diye yeni bi seriye başlıyorum. Hedefim düzenli olarak "The Stories of Those Around Me" tadında yazmak. Kore cilt bakımına hala hastayım ama bu ara o konuda yazasım gelmiyor. Buraya gelince daha duygusal oldum sanırım. :D

Beni bir süredir okuyanlardansanız kendini kısaca ifade etmekte zorlanan biri olduğumu biliyorsunuzdur. İnşallah sıkılmazsınız ;)




Eski şarkıların çaldığı cici bir kitap kafedeyim. Bir elimde lattem diğer elimde Kore'den döner dönmez Türk yemeklerine olan özleminin verdiği gazla beni düşünerek Türkiye'den bana mutluluğun paketini yollayan bebiş bir arkadaşımın özenle seçtiği damla sakızlı Türk lokumum. Küçük olduğu için rahat rahat çiğniyorum. Zaten lokumun hep küçük olanını tercih ettim.

Bu çılgın dünyadaa.... diyor çalan şarkı. Bu çılgın dünyanın bu tarafında bakın neler oluyor ? Yeniden koşacağım diyor... Zaman akıyor diyor... İnsanların bakışı kafamdaki kadar temiz değilmiş anladım bu kış gecesinde diyor... Gelebilir miyim diyor, senin olduğun yere...

 Lütfen bu yazıyı tamamen okumadan Kore'de lisans/ yüksek lisans eğitimi ve KGSP hakkında soru sormamaya çalışın. Herkes gibi benim de zamanım değerli. Günlük olarak buralarda ne yaptığımla ilgileniyorsanız instagram: meishenmeblog


Exchange? Normal Öğrencilik?


Öncelikle Kore'de exchange yapmakla (değişim öğrencisi olmakla)  normal öğrenci olmak çok farklı şeyler.

Misal benim şu an ki oda arkadaşım.

***Konuştuğumuz dil Türkçe olmadığından baya benim interpretation ımı içeren bi çeviri ile okuyacağınız konusunda sizi baştan uyarayım ***

Bir kaç sene önce değişim öğrencisi olarak gelmiş. Sadece bir dönem için gelmesine rağmen çok memnun kalıp bir dönem daha uzatmış. Toplam 1 sene Kore'de yaşamasının ardından eğitim hayatını tecrübe ettiğini düşündüğü için, ülkesine döndüğünde de mezun olduktan sonra yüksek lisansa buraya gelmeyi çok istemiş. Binbir zorlukla burs alıp gelmiş, şu an o çok istediği bölümde yüksek lisans yapıyor. Üniversitemiz Kore'nin en iyi üniversitelerinden biri ve en çok yabancı öğrencisi olanlardan da biri. Kaynakları zengin, İngilizce ders seçeneği pek çok üniversiteden iyi.

Şimdi normal öğrenci olan  arkadaşım, odaya her geldiğinde ne yapıyor biliyor musunuz?
Yorganını tekmeliyor. Araştırma görevlilerine, hocalara sövüyor. Hiç arkadaş edinememesine anlam veremiyor. Japonca bilmemesine rağmen derste Japonca çeviri yapması istenince karşı çıkamadığı için kendi saçını yoluyor. Ona hiç sorulmadan yapılan grup toplantılarında, kendisine sürekli bedavaya ağır çeviri işi yaptırılmasından kaçma yolları arıyor.
Okuldan her dönüşünde morali bozuk. Burda öğrenmek istediği çok şey var ama eğitim sistemi onu çok zorluyor. Geldiğinden beri en çabuk nasıl bitirip dönerimin hesabında.

O da, ben de internet aleminde pek de tanınmayı isteyen tipler değiliz. O yüzden kişiliği hakkında detaya girmiyorum. İkimizin hikayesi farklı, hislerimiz beklentilerimiz farklı ama bazı sorunlar burda ortak. Kendimizce arkadaş canlısı sayılırız. Öyle çok çok sevmeseniz de  tanışır tanışmaz pek nefret edilesi şeyler yapmayan tipler olduğumuz kanısındayım. Ortalama tipleriz yani.

O sarışın, renkli gözlü, baya beyaz güpgüzel bir Avrupalı. Korecesi çok iyi ( zaten yüksek seviye TOPİK olmadan burs bulmak zor, oraya gidince öğrenirim demeyin mutlaka gelmeden Türkiye'de en az orta seviyeye kadar öğrenin. İngilizceniz IELTS 6 nın altındaysa mümkün mertebe iyileştirmeden bulaşmayın. Bir yabancı olarak İngilizce burda hayatta kalmak için can simidiniz, Koreceniz ne kadar iyi olursa olsun!!!) Kore kültürüne, tarihine, coğrafyasına çok hakim. Hanja yazılı kalın kitapları sorunsuzca okuyor ben de ağzım açık bakıyorum. İngilizcesi zaten sular seller...İyi bir okuldan iyi bir ortalama ile mezun olmuş. Avrupalı olduğu için Korelilerin ülkesine laf söylediği de yok.

Burada ki kütüphanelere aşık. Tüm parasını kitaplara yatırıyor. Onu görünce dedim ki sen  yüksek lisans için bu kadar hevesli değilsin Merve, acaba bursunu bu kadar hak ettin mi?

Bu insan, mezun olana kadar dayanamayacağını düşündüğü için degree almasam da edinebildiğim kadar bilgi edineyim de gideyim şurdan diye azimle çalışıyor.

Bugün bu yazıyı yazma sebebim de, işte bu arkadaşımın 1 aylık tatilinin ardından Kore'ye kıpkırmızı gözlerle dönmesi. Gelir gelmez danışman hocasına yardımcı olan araştırma görevlisi ile tartışmış. Buradaki sistem çok zoruma gidiyor Merve diyor.

Kendimi Aptal Gibi Hissettiğim Bi Geceydi...

İngilizce dersler kısıtlı olduğu için Korece ders alıyorum. Şöyle diyeyim derslerimin 3/4 ü Korece. Bir de yani İngilizce derslerin konusu genelde Türkiye'de de öğrenebileceğim şeyler olduğu için Koreyle ilgili bir şeyler öğrenebilmek adına Korece ders seçiyorum.


Ki buraya geliyorsanız burada öğrenebileceğiniz bilgiye değer vermelisiniz diye düşünüyorum. Burs başvurularında da buna çok dikkat ediyorlar. Mesela Kore'de gelişmiş bi teknoloji mi var onla mı ilgileniyorsun? Ya da Kore'de üzerinde çalışacağın konuda eğitim alman Türkiye'de aldığın eğitimden farklı bişey mi kazandıracak san? Sana, ülkene, dünyaya ne katacak? Ne kadar farklı? Bilgiye ne kadar aşıksın? Bilgiyi mi istiyorsun Kore'de yaşamayı mı? Yüksek lisans- doktora içinse ilerde hoca olmayı düşünüyor musunuz? başvururken bunları iyi düşünmelisiniz. Burs sürecinde Pragmatist olmakla atfedildim. Yüz ifadelerinden çok da iyi şeyler kastetmeden kibarca söylemeye çalıştıkları için bu ifadeyi tercih ettiklerini düşünüyorum. Gel gör ki burs alıyorsanız karşıdaki sizden dönüşte pragmatik beklentilere girebilir bu pek tabii bişey. Sizin özellikleriniz, CV'niz, okulunuz ilk bakışta çok çok iyi olsa bile burdaki eğitimle ilgili pragmatik bi dönütünüz olmayacaksa sizin tercih etmeyebilirler.

 Konuşma konusunda günlük hayatta Korece ile yeterince idare ediyorum.  Korecemi siz ölçün; Dil okulunu atladım ( pişmanım bu ayrı bi yazı konusu olur)  Din felsefesi, kadın erkek hakları, bit coin, göçmen hakları, askerlik sistemi hakkında Korelilerle sohbet edebiliyorum. Gelin görün ki danışman hocam için  Korecem hep yetersiz. İngilizce- Korece, Korece- İngilizce kanun çevirisi yapmamı bekliyor. Ben daha Türkçeme güvenmiyorum ki... İlk dönemin olduğu için affediyorum ikinci dönem böyle olmayacak bil diyor.

Kore'de Yaşamı Merak Ediyorsanız : Dil Okulu

Dersler, profesyonel dil, günlük hayat gibi değil bambaşka bir şey. Çoğu dersten çıktığımda ruhum erimiş, enerjim düşmüş oluyor. Yarısını anlasam seviniyorum. Özellikle önemli bir sunum veya rapor üzerine çalışıyorsam kendimi aptal gibi hissettiğim çok gün oluyor. Bunun sebebi bi hedefim olması. Bunları anlıyor olmayı istemem. Dersleri takmayayım sırf Kore'de yaşamak, deneyimlemek için geleyim diyorsanız, lisans ya da yüksek lisansa değil dil eğitimine gelmenizi tavsiye ederim. Ya da tezsiz programlara.

İşte böyle bir gecede oda arkadaşım beni avutmak için çok anlamlı deneyimlerini benimle paylaştı;

'' Merve, ben exchange'e geldiğimde her şey çok güzeldi. Okul kulüplerine üye oldum, gezdik MT'lere gittik, çılgınca içtik eğlendik...Halletmem gereken resmi iş, okul işi vs olduğunda Badim vardı (Buddy programları okuldaki yabancı öğrencilerle bir Koreliyi eşleştiriyor, yabancının sisteme adaptasyonunu kolaylaştırıyor.) Şimdi ise okulda yalnızım, her resmi iş normalden 3 kat zor ilerliyor. Arkadaş edinmeye çalışsam da Koreliler soğuk ya da  kendi işinde gücünde...


(- Yazarın Notu: Korelilerin word yerine her şeyi '' .hwp" formatında kullanması bile sıkıntı. Her şeye bi certification istiyorlar. Fikri mülkiyet hukuku aşırı sıkı işliyor. Internet sistemlerinin güvenlikli olması için tuhaf tuhaf kurallar,formatlar var. Kötü demiyorum ama bilmeyince değişik baya yani. Bilgisayarıma geldiğimden beri 3786 tane değişik program kurmam gerekti. Bir Koreli yardım etse 3 saniyede hallolacak şeyleri kendi başıma 3 günde bazen 3 haftada yaptığım oldu. Yabancı olduğumdan sisteme eklenmem zaman aldığından bi çok kez iptal olan, saati değişen, ödev verilen derslerden haberim olmadı. Okulun sistemi zaten İngilizce tam veri sağlamıyor. Özellikle dil okulunu atlayıp geldiğim için Kore okul sistemini bilmiyordum, dil olarak olmasa da sistem olarak çok zorlandım. Çünkü dil okulundakilere okul hemen hemen tüm resmi servisleri kendi sağlıyor ama direk bölüme başlarsan yalnızsın. Kapıdan çıkan öğrencileri rastgele çevirip sora sora yaptım bi çok şeyi. Bazıları tersledi nasıl bilmezsin buraya kadar böyle nasıl geldin falan, bazıları yabancıyım diye korktu, bazıları çok iyiydi yardımcı oldu... Şimdi komik ve saçma geliyor ama o zaman kimse yardım etmeyince millete böyle yapışıp yalvarmışlığım var. Az kalsın tarihleri kaçırıyordum, zamanla yarışıyordum başka nasıl yapardım hala bilmiyorum.
--  KGSP sadece maddi anlamda destek sağlıyor buraya geldikten sonra tüm resmi işlemlerde yalnızsınız. 
--- Aynı hissi bi başka Avrupalı arkadaşım şöyle ifade etti; Koreli erkek arkadaşım varken daha kolaydı, tüm resmi işleri benim için hallediyordu.Ama şimdi kendi başıma çok zor. Exchange'ken herkes daha arkadaş canlısıydı. Korelilere asla kötü insanlar diyemem ama bi yabancıyla oturup derin sohbet etmeleri için baya emek ve zaman gerekiyor. Hepsi kendi başına yeterince meşgul o yüzen beklenti içine giremezsin. 
---- Buna aynen katılıyorum. Kendinizi düşünün. Mesela ben, geçen seneyi içine 3 yıl kaçırarak kendimi bile ihmal edip yaşadığımdan en sevdiğim arkadaşlarıma yılda 3 gün ayırmam bile zor olmuştu. Şimdi burdaki Koreli arkadaşlarımın çoğu da kendi hayatıyla meşgul olduğu için gel beni bugün şuraya götür demeye çekiniyorum yani. Burdaki Koreli arkadaşlarınızdan beklenti içine girmeyin. Sizin şu anki okulunuzdan değillerse sistemi bilmelerini beklemeyin. 
-----Buraya gelmeden önce yapacağınız araştırmaları google ile değil naver ile yapın derim. Daha güncel, daha Koreli bilgilere ulaşabilirsiniz.
Korelilerin düzenli/ normal öğrenci olduğunuzda nasılsa yabancı diyerek size derslerde çok yardımcı olacağını, hocaların hoş göreceğini düşünmeyin. Exchange değil normal öğrenci olduğunuzda bu eğitim sisteminin parçası olmayı kabul etmiş oluyorsunuz. 
Kolaya kaçmanız sadece sizi etkilemez, okulun o ülkeden gelen öğrencilere olan bakış açısını etkiler. O yüzden burda temsil sorumluluğunuz olduğunun bilincinde olmalısınız. Kendinize has çalışma düzeniniz olsun.)
Araya fazla Merve kaçtı yine :D Çıktım çıktım :)

"Ben yalnızlığa alışkın insanım. Annemle babam ben çok küçükken ayrıldı, yeni ailelerini kurdular. Liseden beri yurtlarda, ailemden ayrı yalnız kalıyorum, hiç şikayetçi olmadım. Bir kere erkek arkadaşım oldu ama kendi işimi kendim halletmeye o kadar alışmışım ki bi noktada birinden yardım almak tuhaf gelmeye başlamıştı.
Gel gelelim hayatımda hiç şu anki kadar yalnız hissetmedim. Kendi kendine yeten biri olmakla buradaki durumumuz çok farklıymış.

 Seoul insanı yalnız,
 iyi bi okulda normal öğrenciysen rakip gibi görüyorlar,
 hocalar artık seni normal öğrenci olarak görüp beklentilerini yükseltiyorlar ama nasıl yapacağını anlatmıyorlar,  yine yalnızsın.

 Koreli kızlar Avrupalı kızların yanında sırf kendilerini çirkin hissediyor diye, senle yan yana gelmeye çekiniyorlar diye sen yalnızsın.
Koreli erkekler sana 'beyaz ata binmek' için  yanaşıyor diye yine sen yalnızsın.
Başkaları ders notlarının hangi kırtasiyede olduğunu biliyor ama sen bilmiyorsun çünkü sen yalnız yabancısın.
Yabancı eşittir Çinli olan yabancılardan değilsen onların yine kendi komünitesi var sense kendi içinde yalnızsın.
 Korelilerin aşırı grupçu kültürü içinde sana dayattıkları sen yabancısın hissi ile  ne kadar iyi Korece konuşsan da yabancı yabancı olduğu ve pek çok Koreli buna alışık olmadığı için yalnızsın. Bölümden tek arkadaşım başka bir Avrupalı. Bir de sen varsın. Oda arkadaşım olmasan sen de belki takmazdın, görmezdin bile beni...

Exchange iken böyle değildi. 

Herkes "misafir o" gözüyle bakıyormuş şimdi anlıyorum. Rakipleri değilsin, misafirsin. Bi konuya onlardan daha hakim olabileceğin, hocanın gözüne daha çok girebileceğin endişesini taşımıyorlar. Sen gezip eğlenmelisin, zaten 3 günlüğüne burdasın, not ortalamanı dönünce düşüneceksin nasılsa. Hoca sana baskı yapmıyor, çünkü 2000 lere kadar kimsenin tınlamadığı Kore kültürü öğrenmeye gelen beyaz misafirsin, eurosun, globaliz diyebilmeleri için ordasın. Bilgi için değil büyük ihtimal Hallyu için, ya da değişiklik olsun  falan diye ordasın  Ülkelerini iyi göstermeliler ki Avrupadaki okullar onlarla exchange anlaşması yapmayı kabul etsin. Daha çok öğrenci kontenjanı olsun. Koreliler de Avrupa'daki okullara gidebilsin.


Şimdi ise farkındalar, bazen Kore tarihi hakkında onların bilmediği bir şey bildiğimde Profun beni övmesi halinde rakip olduğumu düşündürtüyor olmalı ki not paylaşmıyorlar... Bir kere bir sunbaem kitabını paylaştı ağlayacaktım sevinçten... Exchange iken böyle değildi...

Hocayla tezim hakkında görüşme yapmak için 3 haftadır randevu almaya çalışıyorum. Asistan sanki hoca bulunmaz Hint kumaşı imiş gibi davranıyor. Bi görüşme ayarlamaya çekiniyor. Bizde olsa çal kapısını gir. O da insan. Öğrencilerle olmayı, öğretmeyi sevdiği için hoca olmuş diye bakıyoruz. Kore'deki bu saygı zinciri ilk başta hoştu ama resmi dairede bişey yapmak istediğinde gereksiz karışıklık yaratıyor. Hindistan kast sistemi kadar ağır geliyor bana...
( - Açıkçası hukuk fakültesinde biz de hocalardan çok çekindiğimiz için burda ben bu konuda zorlanmadım. Çünkü hocadan  beklentim yokumsu yani minimum tutuyorum. Sınıf kalabalık olduğu için hoca yüzümü hatırlasa sevinirdim. Adımı hatırlayan sadece bir hocam var o da Kore için sürekli rahatsız ettiğim hocam. Sağ olsun referans oldu. Ama Avrupalıların çok zoruna gidiyor. Daha arkadaş canlısı olmasını bekliyorlar. )  
Kanım, Göz Yaşım, Terim

Biz burda zor bişey yapmaya çabalıyoruz Merve Hocam. Kendi ülkende bile yüksek lisans zor bişey. Zaman, emek, göz yaşı istiyor. ( BTS - Blood tears... çalar kkk)  Biz bunu yeterince hakim olmadığımız bir dilde, saat farkıyla, hava farkıyla, kültür farkıyla, yemek farkıyla, sistem farkıyla, çevre farkıyla, para farkıyla ve yalnızlıkla mücadele ederken başarmaya çalışıyoruz, üstelik şöyle yol gösteren de yok. O yüzden enerjinin bitmesi, bazen aptal gibi hissetmen normal. İnan ben de aynıyım, seni çok iyi anlıyorum. Yeniden şarj olup bunu başarırsan da kendini daha güçlü hissedip zorluklar karşısında yılmamayı öğrenirsin herhalde. Ya da kendi kendine bi süre, bu işte böylce bitti diye sevinirsin falan... Orasından tam emin değilim ama bildiğim bi şey varsa; her ne kadar dışardan kolay gibi görünse de biz zor bişey yapıyoruz. 


(-Hakikaten burda hocalar şunu yaz gel diyor ama nasıl yapacaksın, nelere değineceksin, hangi kaynaklar, citation nasıl olacak... anlatmıyorlar. Koreliler bu sistemin içinde  orta okul, lisede öğreniyorlar hoca leb dediğinde devamının leblebi olduğu gibi şeyleri. Ama ben hocamın neyi önemsediğini tam neyi istediğini anlamıyorum hala. O yüzden bi Koreli o konuya 3 gün çalışıyorsa ben 3 hafta çalışıyorum bazen.Çünkü her seferinde gidip bu yol doğru mu? nasıl gidiyorum diye hocaya soramıyorum. Fazla idealist ya da hocadan fazla çekiniyor  da olabilirim bilmiyorum...)
 Merve Der Ki,

Dünyanın en bebiş insanlarısınız, ailenizin değerli çocuğusunuz. Sevilmeyi, mutlu olmayı hepiniz hak ediyorsunuz. Ben yaratılanı yaradandan ötürü sevme taraftarıyım.
Korelidir, Brunaylıdır, Amerikalıdır, Antarktikalıdır... İnsanız yani. Hepimizin kendi içinde ayrı bi evren var. Şu millet şöyledir demek doğru değil bence. Bi sıkıntı varsa karşılaştığımız insanındır, insanın yaptığı sistemin bi çarkınındır falan. O yüzden bu yazıdan umarım kimse Koreliler kötü gibi bi sonuca varmamıştır. Çünkü burdaki amaç o değil.

 Amaç, adaptasyon yeteneğinizi gözden geçirirken bahsettiğim sıkıntıları göz önünde bulundurmanız. Kore'de yaşamın dizilerden farklı olduğunu, eğitimin çok sıkı olduğunu bilmeniz, kendinizi hazırlayıp gelmeniz.

Dışardan nasıl görünürse görünsün hepimizin kalbinin derinliklerinde üzüntüleri, sıkıntıları var.
İnsan olduğumuz sürece bu hepimizde olan bişey dimi? Sıkıntının kaynağı değişiyor burda. Virüsün türü farklı. Bağışıklık sisteminizin güçlülüğüne bağlı her şey. Hastayken mız mız olurum derseniz burda zorluk onla orantılı gibi düşünebilirsiniz.

İlk geldiğimde gerçek anlamda her şey çok zordu ve pek çok hayal kırıklığım oldu. Şimdi zor olsa da alıştım. Çünkü biliyorum dünyada kolay elde edilmiş bişey yok.
Dışardan bakınca kolay görülse de.

İyi günler!!!