Sunday, December 14, 2014

Seoul Metrosu ve Bir Anım



Merhaba arkadaşlar! Bir süredir yazmıyorum farkındayım ki eğlenceli bir şeyler bekliyorsunuz :D Yazdan beri yazıcam diyip de yazmadığım bir dolu Kore anım vardı, birikti veya unutuldu ... 
Derken, geçen gün metroda yaşadığım ufacık bir olay bir tanesini hatırıma getiriverdi...

Seoul Metrosu 

Aşağıda gişelerin olduğu kısmı görüyorsunuz, geçtikten sonra yeşil veya sarı hat için okla gösterilen yerleri takip ediyorsunuz.



Korede tren hatları farklı renklerle ayrılmış ; ana renklerden ara renklere bir sürü hat var.
Sadece yeşil hat bile bizim Kızılay'a bağlanan en uzun hattımızın iki katı kadar



Aşağıdaki resimde ise tüm hatları görüyorsunuz. Neredeyse şehrin her yerine metroyla rahatça gidebilirsiniz. Tabi merkezlerde hatların kesişimi daha fazla. Mor renk hat,turuncu hat , turkuaz mavisi hat, lacivert hat, mavinin bilmem ne tonundaki hat... Her yeri demir ağlarla örmüş adamlar :)

Seoul Metrosu hayranlık uyandıracak geniş bir ağa sahip. Hele benim gibi Ankara'nın 2 çıbıklık metrosuna on yıllar sonra yapılan eklemelere bile aşırı şekilde sevinç gösteren biriyseniz bayaaa karışık bir yer.



En yoğun istasyonlarından birisi ise Seoul Station. Çünkü hem şehirler arası hızlı tren için hem havalimanına giden tren için, hem de metronun farklı renklerdeki bir kaç güzargahı için hep burdan trenler kalkıyor/geçiyor.
 Ayrıca istasyonun bir çıkışında da Lotte Outlet (AVM) ve Lotte Market var. İstasyonun yakınında büyük şirket binaları var. Önünde çok şeritli yollar var ve trafik çok yoğun. Seoul Station bahsettiğim yoğun çevresinden dolayı bizim Kızılay metrosunun 3 katı kadar falan diyebilirim. Eee 3 katıysa çıkış sayısı ve çıkışların birbirlerine olan uzaklıkları da öyle :D



Araç trafiği de çok yoğun olduğundan yayalar için ana yol boyu karşıdan karşıya geçme imkanı yok (ya da biz bulamadık) :( Bu yüzden metrodan doğru çıkıştan çıkmak zorundasınız .

Bilet Alma

Seoul'e geldiğimizde bırakıldığımız yerden metroya gitmek ve metro bileti almak gibi işlemleri Singapurlu ve Tayvanlı arkadaşlarımızın yardımıyla (Allah razı olsun ki xD) öğrenebildik. Yoksa ben metrodan nasıl bilet alınacağını Kore'ye gitmeden önce hiç araştırmamıştım. 
Sanmıştım ki, bizdeki gibi...
 Gideceksin gişe görevlisiyle görüşeceksin biletini alacaksın, o kadar anlaşacak Korecem de var her şey tamam olacak ...
 Ama metrolarında ne bir güvenlik görevlisi ne gişe görevlisi ne de her hangi bir METRO GÖREVLİSİNE rastlamadım :) 

Hemen her şey makinelerle yürütülüyor. Bileti veya doldurulabilir kartı almak için parayı makineye atıyorsunuz bilet alıyorsunuz (ki biz yanlışlıkla promosyon kuponu veren pahalı karttan almışız, kupon falan kullanacağımız yoktu oysaki :) 
Sonra aynı şekilde kartı dolduruyorsunuz. 
Tamam biz de öyle dolduruyoruz Ankarakartımızı. Ama hep bir gişe görevlimiz, yön soracak güvenlik görevlimiz var metroda. Biz insan seviyoruz, ya da en azından ben yolu hep bi bilene sormayı tercih  eden o kişiyim :)

Metroda Yatan Evsizler Gerçeği

Tamam bileti/kartı makineyle hallediyorsunuz da güvenlik görevlisi olmaması çok tuhaf gelmişti ilk başta.Ama o kadar çok istasyon var ki hangi birine koysunlar adamlar da haklı olabilir. (Sonra içinde görevli olan bir kaç istasyon gördüm mü hatırlamıyorum .) 

Seoul Station gece oldu mu; Ojakyo Brothers'ta kızın metroda yatan evsizler arasında babasını aradığı  sahne vardı ya; İşte o sahne gibi oluyor ! Yerliler için kıyıdan bakıp geçip gittikleri , çok sıradan bir şey. Çok fazla evsiz, metro istasyonunda yatıyor. Birlikte su yerine soju içiyorlar çünkü tabiri caiz ise ''Sudan Ucuz''. Altlarına gazete seriyorlar :(  
Çoğunlukla sessizler, kendi hallerineler; bazen de aralarından dilenenler, sarhoş olup coşanlar olabiliyor. Bunlar benim kısa süreli gözlemlerim. Kışın nasıllar bilemiyorum.
Tabiki dışarda yatmalarındansa üstü kapalı bir yerde yatsınlar ...
Da, biraz tuhaf geldi işte bana, bizde metro istasyonu gece oldu mu kapatılır ya ondan sanırım. 

Bir de sanki Ankara'da daha az sokakta yatan insan var gibi geldi bana. 
''Dalga mı geçiyorsun, Güvenpark'a sabah erken saatte ya da gece hiç  mi gitmedin? '' demeyin. 
Elbette biliyorum, Güvenpark'ta banklara kıvrılanları, Kumrularda ağaç altlarında, otoparklarda uyuyanları... 
Belki de hep evsizler Seoul Station'da toplandığından o kadar fazla gelmiştir bana. 
Belki de dizilere göre çok çok farklı bir boyutta olduğundandır. 
Belki fazla beklentilerim vardı Seoul'den....

Metronun Bi Milyon Çıkışı Varsa


Neyse biz metroya bindik hostelimizin tarif ettiği şekilde Seoul Station'da indik. Elimizde 25-30 kg lık bavullar... Seoul Station'da kendimi sudan çıkmış balık gibi hissettiğimi hatırlıyorum. 15-16 ya da daha fazla çıkışı var ve bu çıkışlarının çoğunun arası en az Tandoğan- TCDD alt geçidi gibi ... Uzun yani (belkide ağır bavullarla öyle hissetim :D ) 

İlk önce metro çıkışlarını gösteren haritanın önünde bir süre düşündük nereden çıksak en yakın olur falan diye. 
Derken yaşlıca bir teyze *yani ahjumma* bize Lotte Çıkışı tarafına gitmemiz gerektiğini  söyledi 1-4 çıkışlarıydı sanıyorum.Bizim durduğumuz yer ise tam zıttı 15-16 çıkışı falan gibi. neyse biz 1-4 tarafına yürümeye başladık ama yol bitmiyor. 
Sürekli burdan mı şurdan mı derken 1-4 çıkışına baya yaklaştık. Ama tereddütlerle git gel yapa yapa çok zamanımızı harcadık. Bu sırada baya yol gittik bavullarla merdiven çıktık,indik ... 
Anın getirdiği bıkkınlıkla '' Metro büyük olsa neye yarar işlevsel olmadıktan sonra?'' diye sık sık hayıflanmıştım . Yine de biz metro istasyonlarına göre daha çok engellileri düşündüklerinden  çoğu zaman bavulları rahat sürükleyebilmiştik.

Derken 1 ile 4 ün ayrıldığı noktaya geldik ki zurna zırt dedi! Şimdi hangisinden çıkmalıydık ?
Çok yoğun bir istasyon olduğu için yanımızdan milyon tane insan geçiyor, birine sorsak yol gösterir herhalde umuduyla etrafta aranan gözlerle bakınıyordum. Hani belki bize doğru bakan biri olur  da 1 mi 4 mü Lotte'ye daha yakın sorarım diye.
Ama kısa sürede kendimi görünmez gibi hissetmeye başlamıştım.
Kimse mi bakmaz?
Orada 3 tane yabancı olduğu aşırı belli olan yabancı ellerinde bavullar telaşla bir sağa bir sola gidiyor...


(Sonra Kore'de yaşayan bir arkadaşım o istasyon çok yoğun olduğundan insanların aceleci davranırken ilgilenmemiş olabileceklerini söyledi.)
Kimse bizle ilgilenmiyor ve bizde bir sağa bir sola derken baya yorulduk. Ben dayanamayıp rastgele önüme gelenlere Korece olarak Lotte çıkışı diye sormaya başladım. 
Nasıl hissettiğimi şöyle açıklayım ; hani dilenci ya da sokak satıcısı illa para verceksin diye koluna yapışır da duyarsızca başından atarsın ya... Hah işte öyle! 
Bu seferki görünmez olmaktan daha da kötüydü. Bir kaç kişiden aynı tepkiyi alınca gururum fena halde incindi.  Daha nasıl olmalıyız ki ilginizi çekelim de yardım isteğimize cevap verin , ha?




Bir süre sonra sormayı bıraktık. 

Belki metroda Public Internet ( Belediyenin Ücretsiz ve en önemlisi Şifresiz sunduğu Wi-Fi- Bu ayrı bir yazı konusu olacak nitelikte) çeken bir yer buluruz da adrese bakarız diye olduğumuz yerde ileri geri gitmeye başladık.



 15 dakika falan boş boş bekledikten sonra bu sefer 45'li yaşlarda olduğunu tahmin ettiğim bir Bey bize yaklaştı, İngilizce konuşmaya başladı. '' Yardımcı olabilir miyim, aradığınız bir yer var mı?'' dedi. Bunlar nasılda sihirli cümleler olabiliyormuş o an anladım !  Kendisi de uzun süredir yurtdışında çalışıyormuş, halimizi görür görmez anlamış bir sıkıntımız olduğunu. Zaten anlamamak odunluktu bence, çünkü bitkin halimizden , umutsuz yardım çağrışlarımız, malül bakışlarımızdan azcık gözü ilişen insan evladı anlardı yardım istediğimizi.

 Korelilerin İngilizce konuşmaktan çok çekindikleri için bize yardımcı olmamış olabileceklerini söyledi. Ben Korece de konuştuğumuzu söyleyince '' Onlar yabancı olduğunuz için söylediğinizin Korece olduğunu anlamamış olabilirler, önyargı işte'' dedi.
Telefonundan açtı bize gideceğimiz yerin nasıl göründüğünü falan gösterdi, çıkışı gösterdi , gideceğimiz yere geçiş konusunda emin olmadığını da söyledi gitti.

İşte Beyefendinin o davranışı bana büyük ders oldu. Şimdilerde gözüme ilişirse metroda, durak yakınlarında, yolunu kaybeden, durak arayan  görsem, onlar oradan oraya  uğraşmasınlar diye önce ben soruyorum
'' Yardımcı olabilir miyim, aradığınız bir yer var mı?''...

Varış

Biz çıktık ama asıl çıkmamız gereken yerin karşısından çıkmışız. Karşıya geçmek mümkün değil yol sanki otoban ... *yazar yine abartmış* arkadaşlarda da hal kalmadı, açız, uykususuz, bir buçuk saat metronun içinde dolanmışız, merdivenlerden bavulu tekrar indirip başka taraftan çıkarcak halimiz yok... 

Dedik ulan parasıyla değil mi? 

Sırf karşı tarafa geçmek için taksiye bindik  :)


 Taksi karşıya geçmek için baya bir yerlerden dolandı ama 4$ (8 tl civarı) bir para verdik :D
 3 kişi zaten paylaşıyoruz, dedik boşuna eziyet çekmişiz. İlk başta rastgele çıkıp adresi taksinin eline tutuştursaymışız acayip enerji tasarrufu olurmuş  :D 
Taksici amca bi ara Arabistan'a gitmiş bi işi için. Biz Türk olduğumuzu söyleyince Selamun Aleykum diye başlayıp anlamadığımız Arapça bir şeyler söyledi. O sırada taksimetrede aslında 3$ yazdığını fark ettim. Turistiz diye  adam yine  yapmış yapacağını da Allah'tan abartmamış diye yorgun halimle ses çıkarmadım, *aslında çıkartamadım bavullara yardım ettiydi de :D*

Sonra eşyaları yerleştirip etrafı keşfe çıktık ki bir daha benzer hadise yaşamayalım. Kendi çapımızda bir kaç çıkışı yakın bulduk . Ama aslında çok daha yakın bir çıkışın varlığını hostelden ayrılırken öğrendim :D Hiç bilmesem içim rahat olacaktı 
*Eee ünlü şair yazar düşünür.... Serdar Ortaç ne demiş ; Hayaaaat bunu neden yapıyosun? hehehe*

Metronun bu kadar geniş bir ağa sahip olması nedeniyle ilk başta zorlandım ama öğrenince gerçekten büyük rahatlık ve kolaylık sağlıyor. Ankara'ya dönünce en çok özlediğim ve sürekli yad ettiğim yer Seoul metrosu oldu :) Aktarma sistemini  çok planlı yapmışlar hangi kapıdan inerseniz hangi çıkışa yakın ineceğiniz ve kapıdan hatlar arası geçişin daha kolay olduğu vs pek çok şey önceden planlanmış, nasıl kullanacağınızı bilirseniz çok zaman kazandırıyor.

İlk önce Pekin metrosunu gördüğümde istasyonlardan bir sürü aktarma yapılmasına acayip şaşırmıştım. Ama Seoul metrosu Pekini de aşmış :) Bu anlamda çok başarılılar. Bizde aktarma sistemi çok kötü, hatların sadece Kızılay'da , Batıkent'te ... yani tek istasyonda kesişmesi saçma. Adamlar hatları nerdeyse her durakta kesiştiriyorlar. (biraz abarttım tamam,  kabul xD)

  Kızılay istasyonu gibi büyük ve bir kaç farklı metro hattına aktarma imkanı veren 30-40 istasyonları var...  Ancak henüz kara yolu trafiğinde ilerlemeleri için zamana ihtiyaçları var . Bu anlamda (kara trafiği) Pekin gördüğüm pek çok şehirden kat kat daha önde. Nüfusa göre baya iyi işliyor çünkü yol planlaması iyi yapılmış. Pek çok yerde 6 şeritli yollar var. (Neyse konumuz Seoul metrosu Pekin trafiği değil, merak eden olursa yorum bıraksın ayrı yazı yazayım ;) 

Seoul İstasyonunda Yemeye Dair Not



Konumuz burda bitti ama aklıma geldi bir kere bunu da yazayım. Seoul Station'daki  Lotte'de pek çok Amerikan fast-food markası var. Biz pizza yemeyi seçtik, etsiz falan sırf kaşarlı bir orta boy hamura 35$ (75 TL~) civarı para verdik. Gazozla beraber olunca ben baya doydum aslında da çok pahalı olduğunu düşünüyorum.Yani Türkiye'de malum Amerikan pizza markalarında orta boy pizza en fazla ne kadar dimi ? Hem de etli extra peynirli falan olursa bile 70 tlyi zor buluyor belki de bulmuyor. Kore'de peynir konusu çok yaygın olmadığından ya da yabancı markaların pahalılığı Türk parasının Kore wonu karşısında durumunu daha da ciddileştirmesinden de olabilir :)


Kore'nin kendi yiyecekleri daha uygun fiyatlı, böylece fast food dan daha çok kendi yemeklerine (fast food dan daha sağlıklı şeylere )yöneliyorlar.     Çin'e gittiğimde Mc Donalds ve diğer fast food markalrı Kore'ye göre çok daha yaygındı. Korelilerin daha fit olmasının bir sebebi de belki budur ;) *Tez - Hipotez - Eureka!* 

Bir de Seoul Stationda bir Angel in Us Coffee vardı ki, kahveleri çok güzeldi... 
Kore'de kahvelerin çok çeşitli olduğunu ve her damak zevkine uygun harika kahveler bulabileceğinizi söylemiş miydim ?

*** Metro resimlerinin tüm hakları bana aittir. Lütfen kullanırken blog ve yazı linkini belirtiniz.

















Saturday, December 6, 2014

Mutlaka İzlenmeli : Japon Dizi Önerileri


Benzer tarz 2020 taze dizi önerileri için 2020 Taze Japon Dizisi Önerileri İçin TIK

 Merhaba arkadaşlar uzun bir aradan sonra yine  Japon dizi listesiyle karşınızdayım. Bu sefer komik, eğlenceli olmasından çok zeki kurgu ve öğretici içeriğiyle öne çıkan dizilerden bahsetmek istiyorum. Pek çoğunun içinde yoğun duygusal sahneler yerine daha realist ve Dünyanın acımaz yanını da ortaya koyan yaklaşımlar ele alınıyor. Bilim-kurgu, suç, entrika...

Açıkçası herkes bu tarz dizilerden hoşlanmayabilir, ama bir kaç bölüm sabrederseniz gizemleri çözmeye çalışırken devamını merakla beklediğinizi fark ediyorsunuz. Genelde sırlar, oyunlar ve birbirinin kuyusunu kazmaya çalışanların hikayelerini içeriyorlar.
Bir hukuk öğrencisi olarak en ilgimi çeken suç dolandırıcılık; çünkü büyük bir plan, yetenek, ikna vs gerektiriyor. Bir de suçluların nasıl yetiştiği ilginç tabii...

Son zamanlarda gerçekçi yanım duygusal yanıma daha ağır basmaya başladı. Sanırım bir yaş daha yaşlanmanın getirdiği bir his. Ya da hissizlik ..

Legal High 1&2


Tüm zamanlarımın favori Japon dizisi Legal High! Bölüm sayısı artarsa kalite bozulur diye korkmasam 100 bölüm olsun isterdim :) Hem eğlenceli hem zeki, hem gerçekçi, hem acımasız...

Para için her türlü davaya bakan avukatımız, baktığı her davayı da öyle ya da böyle kazanmıştır. (Saçma sapan davalarda bile sivri diliyle, kıvrak zekasıyla olaylara değişik açılardan bakmamı sağladı) 
Bir de Dünya'ya barış getirme hayaliyle yaşayan, dürüstlükle davalara bakarsa adaletin yerini bulacağına inanan hanım avukat kızımız var :) Hanım kızımız bir cinayet davasında katil olmadığına inandığı müvekkilini iyi savunamaz ve henüz yaş olarak da genç olan , masum olduğunu düşündüğü bu kişiyi hapse göndermeye gönlü razı olmaz. Çalıştığı hukuk bürosu ise bu sorunla ilgilenmez. Ancak büronun kıdemli avukatının sekreteri, kendi büroları bakmasa da   '' Para verince her tür davaya bakan'' avukatımızı bulmasını önerir. İki büro arası rekabetten habersiz olan kızımız avukatla tanışır, bir sürü uğraştan sonra davaya beraber bakmaya ikna eder. Dava kazanıldığında delillere göre müvekkilin suçsuzluğu ortaya konmuştur ama kızımız aslında hala kesin olarak adamın masum olup-olmadığını bilmediğini fark eder. Davayı çözüş yöntemlerinden pek hoşlanmasa da bu avukatın ilginç biri olduğunu ve onun yöntemlerini yenmek için ondan eğitim alması gerektiğini düşünür. Her davaya ayrı bir şamatayla bakan avukatımız kızımızı her seferinde şaşırtır. Dava hakkında bilgi toplamayı çok önemsediği için kendisi için her ortama sıza bilecek bir tiyatro oyuncusu çalıştırır. Tabi harika mı harika aşçısı, kahyası, arkasını toparlayıcı, arkadaşı, ailesi her şeyi olan, Dünyayı gezip dolaşıp bir sürü şeyi deneyimlemiş yardımcı bir de amcamız  var -bende aşırı hayranlık uyandırmadı değil :)- 


Hem çok gerçekçi ve acımasız olaylar dönüyor hem de yüzünüzde gülümsemeyle izleyebiliyorsunuz. Ayrıca adamın söyledikleri, dava çözüm yolları kulağa acayip zekice geliyor. Her karakter kendine has kurgulanmış.Konu masumiyet olunca karakterlere farklı açılardan bakıyorsunuz.
 Bu dizi hakkında yazmak istediğim çok şey var ama spoiler'a girme ihtimalim çok yüksek olduğu için kaçınıyorum :) Ama bayıldım, hiç sıkılmadı ve çok şey öğrendim ! Keşke en kısa zamanda 3.sezonu çıksa ...





Ando Llyod

Dizimiz bilim kurgu severler için acayip heyecan verici olacaktır. ;)
Öğrencilerinin onun ne bahsettiğinden pek anlamadığı ama çok zeki olduğu ortada olan profesör, öldürüleceğini bildiğini söyleyerek nişanlısını arar. Elinde öldürülecek kişilerin günü ve saati yazan bir liste vardır. Gerçekten de herkes listedeki gibi ölmüştür,kendisi de.. Sıra listedeki son kişide , nişanlısındadır ve onu 100 yıl sonra bile koruyacağına söz vermiştir. 
Ölmeden önce 100 yıl sonrayla e-postalaşmanın bir yolunu bulmuştur. Teorilerine göre insalar zamanda yolculuk yapamasa da  duyguların kütlesi olmadığından , duygular  zamanda yolculuk yapabilir. 
Profesör gelecekten gelen robotlarca  öldürülür ama beyin haritası gelecekten gelen adamlarca kayıtlı tutulur. Bunu öngören prof, nişanlısına kendisine benzeyen bir katil robot (Ando Llyod) göndermiştir ve gelecekteki beyin haritasında mevcut komutlara göre bu robotu yönlendirir. ROBOT ve GELECEK , evet ilginç değil mi? Robot , nişanlıyı korumanın geleceği korumakla aynı şey olduğunu söyleyerek ısrarla pek çok action ve kırık metal, bozuk işletim sistemi dolu sahnede mücadele verir. ACTION! 
Robotun işletim sisteminde veya bedeninde bir sıkıntı meydana geldiğinde ona robot hemşire ''Suppli'' yardım eder, action dolu bir günde bizim robot Ando Lyod'a duygu programı yüklemek zorunda kalır. Katil bir robot olan Llyod, duygu programıyla öldürmekten acı duymaya başlar. Bu sırada  gelecekten gelen polisler pek çok devletin, üst makamlarıyla görüşürler.Geleceğin teknolojisini bugüne getirmeyi vaad edip, dünyanın yönetiminin robotlara bırakılmasını isterler. 
Profun bir de kız kardeşi vardır, psikolojik bazı sorunları olsa da abisi için bir cevherdir. Neden mi? Galileo'nun hikayesini bilirsiniz, fen adına büyük bir adım atmasına rağmen kilise onla çok uğraşmıştır. Onun ortaya attığı tek görüş, insanların ömürlerini verdiği teoremleri yok saymalarına sebep olacak, bilim adamlarının bir süre desteğini kazanamayacaktır. Dünya yuvarlakmıymış ? Nolur yapma o zaman ben biterim hacı, deme öyle şeyler, benim bi laboratuarım var... :D

Profumuz da kendisini yalnız hissettiği bu alanda onu anlayan bir kardeşi olduğu için şanslı olduğunu düşünür. Ancak kardeşi onun için aynı şeyleri düşünmemiştir. Abisinin gölgesinde kaldığına inanan aslında abisinden daha zeki olan yanı abisinin planlarını zedeleyecek önemli hareketlerde bulunur. 
Bilimadamları , robotlar, gelecek, zamanlar arası iletişim ve insanlar arası zamanı , mekanı hiçe sayan DUYGULAR'ın çarpışması. (Interstealler bile bu kadar şey vaad etmedi :D :P)

Çok sürükleyici aksiyon ve gizem dolu bir diziydi. Hatta film gibiydi. Başından kalkamadım, dizi izlemekten hoşlanmayan babamın bile çok ilgisini çekti. Bazı bilim dışı etkenler vardı tabii, sonunu duygusal bağlama çabaları falan..Ama dizi yazarlarının zaten çok geniş fenni araştırma olanakları yok bildiğim kadarıyla , olsa bile rating olayı nedeniyle yayıncıların ısrarları var tabii. Yine de ellerinden geleni yapmışlar :)

Rich Man Poor Woman



İsmine bakınca klasik bir romantik dizi olduğunu düşünmüştüm. Ama aslında dizi daha çok şirketler arası yarış, zorlu ve duraksamaya gelmeyen teknoloji sektörünü konu alıyor.
Oguri Shun'un hayranları zaten çoktan izleyip bitirmiştir :D
Üniversiteye gitmemiş ama ilginç fikirleriyle birisinin dikkatini çekmiş bir genç. Dikkatini çektiği kişiyle arkadaş olurlar, kişi çalıştığı yeri bırakıp, bu yeni fikirli gence destek olmaya başlar ve beraber Next Innovation isimli bir teknolojik programlama şirketi kurarlar. Dişleri, tırnaklarıyla kazıyarak şirketi zengin ve popüler bir noktaya taşıyana kadar çok çalışırlar.
Bu sırada esas kızımız, üniversite son sınıf kimya öğrencisidir. Bir yandan iş arar, biryandan okul için çabalar. Ancak kimse onu işe almak istemediğinden depresifleşir. En son Next Innovation iş görüşmelerinde '' Hiç bir şirketten kabul almayanlar çıksın '' denince patlar. Ezber yeteneği çok kuvvetlidir ve şirket hakkında ezberlediklerini bir çırpıda söyleyiverir. Bu özelliğiyle dikkat çeker ve Next Innovation'ın hükümet desteği aradığı bir projede yardımcı olması için geçici olarak işe alınır. Ana karakterimiz Shun'un yüzleri ve isimleri hatırlayamama sorununa bu kızın ezber yeteneği ilaç gibi gelir. 
Ancak annesi tarafından terk edilen, Shun, kadınlara, insanlara nasıl davranacağını bilmeden hayatını işe adayarak yaşamıştır. Kızımızlala ilşkilerinde de odunca davranışlar sergileyerek, canımızı çok sıkıyor :D İş yerinde de başına buyruk odunca tavırları nedeniyle, diğer ortağın sempatisini kaybetmeye başlar...

Yukarıda bahsettiğim diğer diziler kadar beni etkilemese de Japonların duygusal anlamda diğer Asyalılardan farklarını biraz ortaya koyuyor. Şirket yaşantısındaki çetrefillerden iyi bahsediyor. Aşk ise, benim severek izlediğim tarzda işlenmemişti. Ama yine de iyi günde kötü günde... işte olmuyor, ilişkiler kırılabiliyor, realist bir yaklaşımdı ve bu yazının temasına uydu :)

Gerçekçi senaryo Go Go Go!



Kazoku Game



Dizinin başı çok durağandı. Hatta videonun takıldığını sanmıştım :) Çok ucuz bir yapım olduğu bile söylenebilir, tabii bu kalitesiz olduğu anlamına kesinlikle gelmez! Sadece bilgisayar oyunlarıyla görsel açıdan zenginleştirilmiş ya da pahalı ortamlarda pahalı ekipmanlarla çekilmiş bir dizi değil.

 Dizide bazı sahneler ve karakterlerde içimde yatan SORUMSUZ BEN'i gördüm. Aile yapısındaki değişmenin toplumu nelere sürüklediğini... Bir insanın değişmesinin ne kadar zor olduğunu, ama asla imkansız olmadığını...Dünya'da kötülüğün hep var olacağını... Konusundan bahsedip hayatımda fark etmemi sağladığı şeylere sonra geçmek istiyorum.

Kajok ; Korece'de aile demek, Japoncada da ''Kazoku'' aile demek. Dizinin Adı ''Aile Oyunu'' yani
 '' EVCİLİK''
Anne, baba, büyük oğul (abi) ve küçük oğuldan oluşan bir aile...


Olaylar ailenin, içine kapanık, derslerinde başarısız , okula gitmeyen, kendilerince ''Sümsük'' gördükleri küçük oğullarına evde özel ders verecek 6.öğretmenle anlaşmalarıyla başlıyor.
Öğretmen ise bir hayli ilginç bir karakter. Aileyle tanışmaya gelirken okulda olan büyük oğlu  aratıp , annesine bir şeyler olduğunu ve acilen eve gelmesini söyletir. Fakat çocuğun acele etmeden eve gelişinden, umursamaz, endişesiz tavırlarından ailede tek sorunlu olanın küçük çocuk olmadığını düşünür. Öncelikle çocukların karakterleri, aile ortamları, okuldan kaçma sebebi vs ile ilgileniyor. Sonrasında aile bağlarının zayıf olduğunu görüp aileyi uçuruma sürükleyecek dizideki deyimle ''EVIL'' yani ''ŞEYTANİ- KÖTÜ'' bir plan kuruyor. Aile ise verdiği sınavda ; oyunun öğretmenin plandığından daha kötü sonuçlanmasına sebep olacak kararlar vererek, insan iradesi ile yapılanları ve aile bağlarının olup/olmadığı sorununu gözler önüne seriyor.

Küçük çocuk ,lise giriş sınavlarına hazırlanmakta ve ülkenin en iyi liselerinden birinde okuyan her alanda başarılı bir abisi var. Okula gitmiyor, çünkü okulda arkadaşlarından şiddet görüyor, ancak aile bundan habersiz. Dünyayla başa çıkabilecek  güçte değil, bu yüzden kendini odasına kapatıyor. Arkadaşı yok. Öğretmen ona hayatta daha kötü şeylerin onu beklediğini gösteriyor.


Abi, menfaati için ilişkiler kuruyor, etrafındakileri içten içe küçümsüyor, kimseye güvenmiyor. Herkese karşı rol yapıyor, sevimli, başarılı , onur öğrencisi tavrı takınıyor. Öğretmenin oyunlarına karşı ; Ailesini sadece aile ortamının getirilerinden yararlanmak için ayakta tutmaya çalışıyor. Öğretmenin kullandığı yöntemler kardeşine zarar verirken, kardeşini değil; öğretmenin onun zayıflıklarının farkında olmasını önemseyerek öğretmenden kurtulma planları yapıyor. Dizideki öğretmenin dediği gibi, ailenin yarattığı bir canavar aslında.

Ev hanımı olan annenin küçük bir dünyası var, başkalarının ne dediğini ailesinden daha çok önemsiyor.Aileye kendini ispatlamak için bir şeyler yapmak istiyor ve borsayla para kazanırsa bunun olacağına inanıyor. Öğretmen gelene kadar kimse yaptığı yemeğe saygı gösterip, övmüyor. Çocuklarına uyarıda bulunmaktansa hatalarına göz yumup, ört bas etmeye çalışıyor. Onlara bağırmıyor, kızmıyor. Haksızlıklara ses çıkarmıyor, işler zorlaşırsa ölmeyi diliyor.

Baba ise eve para getirirse aile için olan görevlerini tamamlamış olacağını düşünüyor. İş ortamında huzursuz olacağı pek çok şeyi yapmak zorunda olmasını stresli olmasını için yeterli sebep olarak görüyor ve daha fazla streslenmemek için aile problemleriyle ilgilenmiyor. ''Ben bütün gün nelere katlanıyorum, karımın görevi beni rahatlatmak değil mi?'' diye düşünüyor.

Ebevynler için önemli olan dışarıya karşı konuşurken ''benim oğlan şurda okuyor, şöyle başarılı.Eşim terfi aldı.Mutlu aileyiz biz..'' demek.


Aile ilk başta küçük oğullarının neden okula gitmek istediğini bilmiyor ta ki, özel ders veren öğretmen çocuğun vücudundaki morlukları gösterene kadar. Abi ise kardeşine zaten ilgisiz.

Öğretmen önce tuhaf yollarla küçük çocuğu dibe  batırıyor sonrasında ise nasıl çıkacağını öğretip, güçlü bir karakter edinmesine yardım ediyor. Klasik lise dizilerinde öğretmen bütün sınıfla iyimserce ilgilenir ya, bu dizide öğretmen; aileyle kötümserce ilgileniyor, rol yaptıklarını ve sonunda mutsuz olacaklarını biliyor, sonu hızlandırmak için adımlar atıyor.Geçmişte eziyet görüp intihar eden öğrencisi rüyalarına girdikçe zalimce yöntemlere dahi başvurduğu oluyor. Bu esnada ailenin çocuğu ne kadar taktığını ve gerçekte birbirlerini ne kadar koruyup kolladıklarını, birbirlerine ne kadar bağlı olduklarını görmek için ailenin başına çeşitli çoraplar örüyor. Sonunda aile , gerçekte sadece  aynı evde yaşayan insanlardan ibaret olarak karşımıza çıkıyor. Acımasız mı? Hiç de değil, gerçekten de öyle değil mi? Hele sona geldiğinde intihar eden öğrencisinden sonra nasıl böyle bir öğretmen olduğunu anlatıyor ki vurucu nokta bu. Söylemiyorum ama kesinlikle izlenmeli bence. Sıkıldığınız yeri ilerletirsiniz, yeter ki verilen mesajları alın.


Ben kendi adıma dizi sayesinde pek çok şey fark ettim. Davranışlarımda henüz değişiklik olmadı , çünkü dizide de anlatıldığı gibi bu değişiklikleri yapmak çok zor. Hatalarımı fark ediyorum, ama henüz davranışlarımı düzeltemiyorum . Hala benim için herkes ne yaparsa kendine yapar, bu kişi kardeşim olsa bile. Üzerine düşmüyorum. Oysaki dizi bize bunun toplumda meydana getirebileceği korkunç sonuçları olabileceğini gösteriyor.

Pek çok insan dibe batmadan, yukarıdakilerin halini düşünmez. Hep yüzeyde olan biri konumunu korumak için diptekileri ezmeyi mübah görebilir. Aileler çocuklarına yukarıda kalmak için uğraşmaları gerektiğini söyleyip bırakırlar. Çocuklar dipte işlerin nasıl yürüdüğünü bilmeden yüzeyde büyüyünce bazı yan etkiler olabilir. Toplumdaki bozulma aileden başlar...

 Mutluyken sorun yok, hayat sıradan akıp giderken de...Gerçek yüzüm işler sarpa sarınca ortaya çıkıveriyor. Dibe batmamak için etrafımdakileri stres tahtası gibi kullanabilirmişim gibi... Genelde de en yakınımdakiler - ailem - inciniyor ve ben onların en yakınım olduğunu düşündüğümden bunlara katlanmaları gerekiyormuş gibi davranıp, onları incittiğime üzülmüyorum bile... Sonra duyarsızlaşmaya başlıyoruz; O zaten hep öyle, o yüzden uğraşmıyorum artık...
 Ne zaman uğraştım ki sanki? Eve gelince ailemle gündelik şeyleri konuşmak ne zamandan beri sıkıcı oldu? Ben nasıl bu hale geldim? Aileler hep mi böyle ? İnsan yanındayken kişnin kıymetini anlamaz derler , illa başımıza bir şey mi gelmeli ? Uzak mı düşmeliyiz hatırlamak için ?

Duyarsızlaştıkça sadece kendimize ve ailemize değil, topluma da zarar veriyor, yıpratıyoruz. Çocuk yetiştirmek çok zor, ev hanımı olup; belli bir yerde kalmak da, öğretmen olup çocuklara söz geçirememek aralarındaki şiddete engel olamamak da, her gün işte birilerine boyun eğmek de ,abi/abla olup üstüne yük bindirilmek, kardeş olup büyüklerle karşılaştırılmak, tek çocuk olup zaman zaman yalnız hissetmek de...
Aile sıkıcı bir oyun mu oldu şu dönemde?


Liar Game


Önce bu dizinin ilk bölümünü izlemiş, kapkara bu ne yav diyip bırakmıştım. Kore versiyonu çıkınca merak edip tamamlayım dedim. İzlediğim bazı dizi ve filmlere göre basit dolandırıcılık hileleri olsa da gayet güzel bir diziydi. Hobbes hani demiş ya '' İnsan insanın kurdudur '' konu para oldum mu daha bi öyle sanki ;)
Konusu şöyle;
Kızımız gizlice yapılan Yalancılık Oyununa istemeden, ne olduğunu da anlamadan katılıverir. (seçilme nedeni sır zaten en sonda açıklanıyor) Oyun insanların yalanlar söyleyerek birbirinin ayağını kaydırması ve büyük ödüle ilerlemesini hedef gösterir. Oyunu kaybedenler ise borç içinde ayrılırlar.Kızımız da  oyunda çok büyük borç altına girince, hapishaneden yeni tahliye olan bir dolandırıcıyla anlaşır. Dolandırıcı genç, geçmişte aslında başarılı bir psikoloji öğrencisidir. Dürüst annesi safiyane düşünceler içinde arkadaşlarına yardım ettiğini düşündüğü sırada dolandırılır ve intihar eder. Oğluna ölünce verilen yaşam sigortası parasıyla borçlardan kurtulup, dürüst yaşamasını vasiyet eder. Bunun üzerine genç de annesini dolandıran şirketi dolandırıp batırır ve hapse girer :( 

Annesi gibi saf gördüğü kızımıza yardım edivereyim derken kendisini oyunun içinde bulur. İlk oyunda psikolojik yıpratma. İkincisinde çok basit görülen ''Evet-Hayır'' oyununun tehlikeli sonuçları, grup olmanın, birlikte iş yaparken birbirine güvenmenin zorlukları...Kızın ayakta kalmak için katıldığı parayla herşeyin satılıp-alınabileceği Diriliş Oyunu... Son oyun en az beğendiğimdi ama onu da beğenmiş oldum , son oyunu biraz uzatmışlar  dizi tutunca :D

Daha çok insanların yalan söyleme konusunda başarıları ve diğer insanları parmaklarında oynatmayı öğrenmeleriyle alakalı. Çünkü insanlar güvenilmez varlıklar, işi kendi iradelerine bırakırsan sonucu kestiremezsin. Her hamlelerini kestireceksin ve üzerlerinde hakimiyet kuracaksın ki insanların bitmez tükenmez para mücadelesinde yenip bitirilmeyesin, harcanmayasın...
 Kızımız tabi böyle düşünmediği için sürekli kandırılıyor, gıcık oluyorsunuz. Ama genç dolandırıcı sakince yalan söyleyip ipleri eline alıyor, oyuncuları kukla gibi oynatıyor, hayran kalıyorsunuz :D Zaten Yalancılık Oyununun bir çeşit yönetilen-yöneten oyunu olduğunu söyleyen oyuncular da vardı. Tabi oyun ilginç olunca oyunun arkasında insanlara birbirini yedirten psikopat da kim diye düşünüyorsunuz. İşte bunları yazsam spoiler olur yazmıyım :D

Sizin benzer zekice kurgulanmış dizi önerileriniz neler ?