Sonsuzluk var mı?
Varlığımızın sınırıyla bizim sınırlarımız aynı mı?
Ya kendi kişisel sonsuzluğumuz? Duygular ve hatıralarla bunu sağlayabiliyor muyuz?
Yapıp dünyaya bıraktıklarımızla? Yazdıklarımızla? Çocuklarımızla?
DNA parçalarımızın bi şekilde vücudun ölümünden sonra da Dünya'da var oluyor olmasıyla?
DNA'dan kaçabilir miyiz? Nereye kadar? Kaçmakla sonuca ulaşılır mı? Savaşmanın yarısı hani kaçmaktı? Neyden? Kendimizden? Sonsuzluktan kaçamazsak... Ölümden değil sonsuzluktan kaçamamaktan dahaçok korkuyorum bazen. Sonsuzluk ya mükemmel değilse, neyi biliyoruz ki? Hiçbir şey bilmediğimizden başka? Öyleyse Dünya'da mükemmel diye bir şey olamaz. Yine de onun peşinden koşuyoruz, olmayan bişeyin. O yüzden mükemmelin peşinden koşanlar asla tatmin olamıyor. Her yeni gün, her yeni icat, her şey daha iyisinin olabileceğini gösterirken, mükemmel o gün içinde asla ulaşılamayacak bi hedeften başka ne olabilir?
Mükemmele ulaşmaya çalışmayı bırakmak, gökkuşağının altındaki altınları yakalayabileceğin umudundan vaz geçmek gibi olduğu için mi çok zor?
Kendini bilmek... Biliyor musun cidden? Ben büyüdükçe kendimi daha da bilmiyorum. Kendini bilmez! Tanımakla bilmek aynı mı?
Duygular ve beyin, hormonlar ve nöronlar mı her şey? Nasıl karar veriyoruz? Neye göre? Dünki ben kim? Yine ben miyim? Hayır bugünkü benle dünki insan aynı kişi değil, aynı şeyleri bilmiyor, aynı şekilde hissetmiyor, yaşlanıyor... O zaman niye pişmanım? Niye kendime yükleniyorum? Bugün elimde olan bilgi dün yoktu ki... Bilsem böyle olmazdı. Bilsem yapar mıydım hiç?
Her şeyi bilemezsin.
Ama bilmemek beni huzursuz ediyor.
Huzursuzluk hissi ile mutluluk hissi bir arada olabilir mi?
Aşk ve sevgi aynı şey mi?
Bir anime, manga karakterine, idole ya da bir makineye sevgiyle bağlanmamızla ve bu bağlılığın bizi evriltmesiyle; aşk ve aşkın insan üzerindeki etkileri arasında ne fark var? Nereye kadarı utanılacak bi his? Ne kadarını kendimize saklamak gerekiyor. Türkçe de sevmek bir eylemken aşk bir isim. İngilizce de hepsi love. Hepsi eylem. Hep yaptıkça/ eyledikçe öğreniliyor demekki o dilde.
Dille mi düşünüyoruz? Sahip olduğumuz tüm kelimelerin bizde oluşturduğu imgelerle mi? Neden herkes sesli düşünmüyor? Neden insanların kafasının içi benimki kadar gürültülü değil? Genlerimin hediyesi mi yoksa laneti mi?
Evren Big Bang'de toz bulutu haline geldi, sonra oraya buraya ateş parçaları saçıldı. Bunlardan biri soğumaya başladı derken Dünya oluştu. EEE? Evren durmadı. Zaman gibi. Genişlemeye devam ediyor. Maddeler birbirinden farkında olmadan uzaklaşıyor.
İnsanların kalbi de ondan belki... Magma da söner mi? Toplum olmak artık daha zor. Yavaş yavaş birbirimizden uzaklaşıp söneceğiz. Güneşin fişini çeksek de Dünya bize yeter mi?
Bizi dünyaya bağlayan aslında yer çekimi mi? Uçuyoruz yine kamikaze. Dünya'ya hani kendini sevdiğin, o deride rahat olduğun kadar bağlıydın? Pamuk ipliğin kırmızı mı mavi mi? Gucci olsa da pamuk ipliği, aynı fabrika Armaniye de üretim yapıyor. Pamuk hep aynı pamuk, değerini insan işleyip biçiyor. Ne kadar kalın olabilir ki? Naylon olsa daha mı sağlam olurdu?
Dün ölmek istiyordun, bugün ölümün pençelerinden seni kurtarsınlar diye doktorların gözünün içine bakıyorsun. Sen hep ilgi bekliyorsun. Yalan söylüyorsun. Dünyayı ne kadar seviyorsun? Ne kadar sevilmek istiyorsun?
Ne seviyorsun? Neden? Cevabı var mı? Neden bazı şeyler hiç ama hiç ilgini çekmiyor, bazıları uykunu kaçırırken?
O zaman makinalaşsak mı Nazım Usta'nın dediği gibi?
Trrrrrum Trrrrrum ? Daha mı az acır makinelerin canısı?
Robot diyince kafamda deli sorular, kolayca sevemiyorum.
Robotlar Dünyayı istila mı edecek sahiplenecek mi? Bizi evlatlık alıp bakacaklar mı? Artık onlarsız hayat çok zor. Bu işin ucunu bakıpta göremiyorum. Makinelerle barış imzalama programı yaptık mı?
Kemal Sunal ve Fatma Girik'ten yıllar önce izlediğimiz baş yapıtlardan Japon İşi, 1987 yılında bir robotla yaşanan aşkı konu alıyor. Yıllar öncesinden beri robotlar insan hayatının temel taşlarından olan konularda etki gösterecek dendiğinde hep bi Japon parmağı akla gelmiş.
Japonlar da bu işin bir sürü dizi filmini yaptılar, bazlarından diğer Japon dizisi konulu yazılarımda bahsettim. Ardı arkası da kesilmez bu saatten sonra robotlu dizilerin.
Paralel evreni ne kadar anlıyorsak robotları da o kadar kestirebiliriz herhalde. Fen bilimlerine kafam daha çok bassın isterdim ama olmuyor. Anlayabilsem kafamda bu kadar soru olmazdı, olmayınca da ben bugünki ben olmazdım. Belki DNA= kaderdir mi?
Yaşadıkça, her gün daha çok cevabını hemen bilip anlayamadığım soruyla karşılaşıyorum. Hepimizin Dünyayla ve kafasındaki sorularla başa çıkma yöntemi farklı ve bu konuda kimsenin kimseye akıl vermesi de çok anlamlı olmuyor. Herkesin kendi hayatı sonuçta. Biz neyi ne kadar bilip söyleyebiliriz? Ama gördükçe paylaşma isteği geliyor bana. Ben böyle yaptım olmadı, boşuna zaman harcamayın gidin başka bişey deneyin, çünkü denemenin sonu yokken aynı yanlışları yapıp durmak topluma pek bişey kazandırmıyor. O yoldan geçen kişiye kazandırıyor tabi, deneyim.
Mehmet Akif Ersoy'un çok sevdiğim lafıdır; hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi? diyor "tarih" için. Başkalarının hatalarına hiç bir zaman kendi hatamız gibi bakamadığımız için, onlara başarılar kadar sahip çıkmadığımız için cezalandırılıyoruz belki de. O zaman bu, yaratan hataları bize kötülük yapmak için yaratmadı demek. Biz öyle algıladığımız sürece daha çok hata yaparak, zaman kaybederek, vizyonumuzun bedelini ödüyoruz. Belki de sadece yaşam matematik ya da analitik olmadığı için. Karşımıza gelen hiç bir zaman 2+2 olmadığı için.
Mantığı olmadığı için ya da bizim mantığımıza uymadığı için.
Tüm bu düşünceler izlediğim bir kaç Japon dizisi ve filmi üzerine beynime hücum etti. Zaten sürekli sorgulayan bi kafadayım. Biraz septik takılıyorum bu ara. Japonlar da çok değişik adamlar.
Bizden farklı olan her şeyi anlamaya çalışıp bişeyler öğrenmenin yolu gibi onları anlamanın yolu da kabullenmekten geçiyordur herhalde.
Kore'de yaşadığım süreçte kabullenmekte zorlandığım çok fazla şey yaşadım. Kabullenmenin önemini bilmeme rağmen bu öyle kolay olmuyor.
Evet Kore'deki yüksek lisans yükünden kurtulmamın ardından dizi izlemeye sonunda zaman ayırabiliyorum. İşte aralarından en beğendiklerim!
Your Home is My Business / İe Uru Onna 1-2
Insanları önyargısızca kabullenmenin en güzel örneklerinden birini Your Home is My Business isimli dizi de görebilirsiniz. Robotlu dizi değil ama başrol oyuncusu robot gibi denilebilecek bir kadın. Değerleri sorgulamak yerine, ev satabilmek için karşısındakini ve ihtiyaçlarını anlayıp en uygun yeri onlara bulabiliyor. Emlak piyasasında zamanla insanların saygı duyduğu bir lidere dönüşüyor. İki sezonunu da çok severek izledim. İnsanları bakıp anlamaya çalışırken kendi duygularımı ne kadar ortaya karıştırdığımı ve bu yüzden kaş yapayım derken göz çıkardığımı fark ettim.
Robotlar hisleri anlayamaz belki ama psikolojiyi anlamadan da bilebilirler, analiz edebilirler ilerde. Ama o zaman robotumsu insanlarla robotlar arasında ne fark olur onu görmeyi isterim.
Bu diziyi izleyeli yıllar oluyor belki ama hala arada etkisini hatırladığım parçalardan. Ünlü bir kitabın, aynı isimle Japon dizisi olarak kan bulmuş hali. Güzel de bir uyarlama olmuş.
Denek fareleri ve engelli insanların aşırı zekileşmeleri ama robotlaşmamaları üzerineydi desem pek yeterli olmaz belki ama izlenmesini öneriyorum. Hem duygusal hem çok zeki olunur mu? Zeka insanları makineleştiren bişey mi? Zekayı gereğinden fazla mı önemsiyoruz? Birini sadece zekasına göre değerlendirmek ne kadar doğru? Hisleri alsak insandan geriye robot mu kalır gibi soruları aklıma getirdi. İzlerken baya duygusallaştığımı hatırlıyorum.
Step Mom and Daughter Blues
Ne desem spoiler olabilecek kapasitede bir dizi yapmışlar. Geçenlerde bi özel bölüm yayınladılar, anılarım tazelenmiş oldu.
Annesini kaybetmiş kızına anne arayan bir baba, uygun bulduğu anne adayına evlenme teklifi eder ve evlenirler. Lakin bu anne bildiğimiz annelerden değildir. Tam bir iş kadınıdır, nerden bakılsa klasik aile yaşantısına alışık olmadığı ortadır. Tek bildiği işidir. Küçük kızımızla ilişkilerini de müşterileriyle olan profesyonel ilişkileri aratmayacak şekilde ele alır. Hep örnek bir anne ve örnek bir insan olmak için ortaya koyduğu çaba analitik yetenekleriyle birleşince, önce robot gibi görünen bu karakterin aslında ne kadar düşünceli olduğunu anlarız. Kızımızınsa bu anneyi kabullenmesi uzun zaman alacaktır. Lakin bir kere yakınlaştıktan sonra birbirlerinin en yakın dayanağı haline gelip hastalıkta sağlıkta hep birlikte zorluklara göğüs gereceklerdir. Bu kadın dizilerindeki genel anne karakterilerinden çok daha fresh bi karakter, duygularından çok mantığıyla hareket eden, robot gibimsi bu kadının derinliklerini görmek benim çok hoşuma gitmişti. Arada ağladım ama adı kadar efkarlı bir dizi değil. İnsanların mantığı ya da duygusal yönünün öne çıkıyor olması o insanın öne çıkmayan özelliğinin zayıf ya da sorunlu olduğu anlamına gelmez, sadece o özellik daha gelişmiştir. Kan bağının etkisi sandığımız bir çok şey aslında yakın insan ilişkilerinin çoğunda olabilir, yeterki birini ailemiz kadar sevelim.
İkinci yarıda Sato Takeru bebişimin etkisi ile daha canlı bölümler sizleri bekliyor olacak ^^
Never Let Me Go
Diğerlerinden biraz daha dark, ama yine insan hayatının değerini sorgulatan bir dizi. Kazuo Ishigori'nin aynı isimdeki bir romandan uyarlama. İnsan organ yetiştirmek için kullanılabilecek bir varlık mı? Ya da organ büyütünce görevi bitecek bir robot mu? Bunu izleyeli çok uzun zaman oldu ama Haruka Ayase'nin üvey anneli dizisini yazarken bitter memoriler aklıma gelip durdu.
Bir insan bu kadar farklı rolleri bu kadar güzel nasıl hislendirebilir? Oyunculuk gerçekten saygı duyulası bir iş. Aynı kişiyi farklı rollerde izlediğimde hakikaten farklı bir insan gibi geldiğinde diyorum ki bu çok iyi bi aktör. Bana duygu geçti sonuçta. Sato Takeru dizi filmlerini de hüp diye içime çekmemin belki de ne büyük nedeni bu yeteneği :)
Q10
O kadar Sato Takeru diyip de onun başrolde olduğu bu robot dizisinden bahsetmeden bitirmek olmazdı. Teen science-fiction olarak geçen bu dizi robotların duyguları algılama yeteneğini ve sosyal varlıklar gibi davranma yetilerini sorgulatıyor. Dizi 2010 yılına ait olduğu için alan alacağı kadar spoiler almıştır diyerek -spoiler alert-
Gelecekteki karısının ölmek üzereyken, ölmek üzere olduğunu düşündüğü kocasının lise dönemini görmeyi isteyip, geçmişe yani 2010 yılına kendisine benzeyen bir robot göndererek robotun kamerasından kocasının gençliğini deneyimlemesi anlatılıyor. Robotumuz da o kadar sosyal ve duyarlı ki sınıftaki herkesin hayatına dokunuyor, kalbini çalıyor. Sato cuğumuzda en son karısından önce aşık olduğu robotun yerine tabiki gerçek insan olan karısının gençliği ile tanışınca; finalde robotla insan evlenebilir mi, ailesi ne tepki verecek, çocukları olacak mı, gelecekten gelen robot günümüz teknolojisini alt üst edip denek olmaktan kaçıp yuva kurabilecek mi gibi soruları cevaplandırmaya gerek kalmıyor. Sonunda illa yine insana aşık ettiler yani - spoiler bitti-
Genel olarak değişik türde öğrencinin hayata bakış açısını da etkileyen robotumuz, duygusal olmasalarda duyguları öğrenebileceklerini ve taklit edebileceklerini düşündürdü. Lakin bu nereye kadar gider? gerçek bir romantik ilişkiden beklenleri gerçekten karşılar mı bilinmez. Yinede robotumuzu sevelim de dünyayı istila etmesinler.
Yazmayalı o kadar zaman olduki bu postu yazmak yaklaşık 4 buçuk saatimi aldı. Hem de daha dönüp düzenlemedim. Dizilerin bir kısmını önceden izlediimden ayrıntılar da aklımda kalmamış. oops :( Böylece yayınlıyorum. Eskisi gibi eğlenceli yazamıyorum gibi geldi ama tekrar kendimi kasmadan yazmaya başlarsam yine bir yerden neşelendirecek birşey bulabilirim diye düşündüm. Q10 izledikten hemen sonra hislerimi yazmayı çok istemiştim. Mantıken tuhaf gelen şeyler mutlaka var ama bir şeyi sevmek çok da zor değil o yüzden sizi hayata bağlayan sevdiğiniz bişey varsa sıkı sıkı tutun, onla birlikte büyüyün ama bunun Dünyaya zarar vermememesi lazım. Bi de ne olur ne olmaz elinize kolunuza bile bağlanmayın, Can Yücel'in sözleri kulağınızda olsun ;)
Metafor-mik oldum kkkkk
Kendinize iyi bakın!